‘Türkiye’de göç, çevre ve toplumsal cinsiyet’ isimli projenin final raporu yayınlandı.
Melike Atar / Ajans Bizim – Göç ve çevre tahribatından en kırılgan grubun kadınlar olduğu, Kadınların hem göç ve yerinden edilme süreçlerinden hem de kirlilik, kuraklık ve iklim krizi gibi çevresel olgulardan daha olumsuz şekillerde etkilenmelerinin başlıca nedeninin kadının yüklenmek zorunda kaldığı bakım emeği olduğu belirtildi.
Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi ve Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Mükemmeliyet Merkezi Araştırmacısı Kristen Biehl’in, Raoul Wallenberg Enstitüsü İnsan Hakları Araştırmaları Hibe Programı desteğiyle yürüttüğü ‘Türkiye’de göç, çevre ve toplumsal cinsiyet’ isimli projenin final raporu yayınlandı.
Rapor, Türkiye’de aktif olarak hak temelli çalışmalar yürüten, yarısı göç, yarısı çevre alanından olmak üzere toplam 30 farklı STK ile yapılan görüşmelerden elde edilen sonuçlarla ortaya çıktı. Kristen Biehl’in, Kadir Has Üniversitesi’nden akademisyen Özlem Aslan ile birlikte kaleme aldığı raporda, Türkiye’de göç ve çevre ile ilgili konularda çalışmalar yürüten sivil toplum örgütlenmelerinin toplumsal cinsiyeti çalışma alanlarıyla nasıl ilişkilendikleri, cinsiyet eşitliğini çalışma alanları ve kendi iç yapılanmalarına ne şekillerde yansıttıkları inceleniyor.
Göç ve çevre alanlarına beraber bakıldığında kadınlar benzer nedenlerle en kırılgan grup olarak tanımlanıyor. Kadınların hem göç ve yerinden edilme süreçlerinden hem de kirlilik, kuraklık ve iklim krizi gibi çevresel olgulardan daha olumsuz şekillerde etkilenmelerinin başlıca nedeni olarak toplumsal cinsiyet rolleri gereği kadının yüklenmek zorunda kaldığı bakım emeği gösteriliyor. Her iki alanda toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik yapılan çalışmalarda ağırlıklı olarak kadınlar ve kadın katılımını arttırmaya yönelik çalışmalar ön plana çıkıyor. Erkeklik ve LGBTİ+ öznellikleri de dahil olmak üzere diğer cinsiyet kimlikleri ve dinamikleri nadir olarak çalışmaların bir parçası yapılıyor.
Çalışan ve gönüllüler olarak kadınlar ön plana çıkıyor. Görüşme yapılan STK’larda çalışan/üye sayılarına toplam olarak bakıldığında kuruluşların yüzde 80-90’ında cinsiyeti kadın olanların oranı erkek olanlara eşit ya da daha fazla ve karar alma mekanizmalarında da benzer bir tablo ortaya çıkıyor. Bu durumu açıklayan başlıca nedenler arasında kadınların toplumsal konulara ‘daha duyarlı’ olması, gönüllü çalışmaya daha istekli olmaları ve genel olarak sivil toplumun çalışma koşulları bakımından görece ‘esnek’ yapısı ön plana çıkıyor. Fakat sayısal eşitlik veya çoğunluğun doğrudan toplumsal cinsiyet eşitliğini önceleyen yaklaşım ve mekanizmalara yol açtığı söylenemiyor.
Göç çalışan STK’lar
Rapora göre, toplumsal cinsiyet olgusu, göç deneyimini önemli ölçüde etkiliyor, kadın göçmen ve mülteciler genel olarak ‘hassas grup’ kategorisi altında değerlendiriliyor. Bunun nedenleri arasında göç eden kadınlar için bakım emeği yükünün ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin artması, destek ve koruma hizmetlerine erişimin kısıtlı olması, göç̧ sonrası yaşanan işsizlik, geçim sağlayamama ve sosyal dışlanmaya işaret ediliyor.
Raporda, göçün toplumsal cinsiyet rolleri çerçevesinde olumlu anlamda dönüştürücü etkisine de vurgu yapılıyor. Görüşme yapılan kuruluşların tamamının toplumsal cinsiyet eşitliğini merkeze alan etkinlik ve/ya projeleri bulunuyor. Öne çıkan yöntem kadınlara yönelik özel program ve projeler yürütülmesi şeklinde. Proje ve/ya faaliyetlerde eşit kadın-erkek kotası belirlemek, toplumsal cinsiyet eşitliği hakkında erkekler ve çocuklar gibi farklı hedef gruplara yönelik eğitim çalışmaları yapmak da benimsenen genel yaklaşımlar içinde bulunuyor. Örgütlenmeler içinde kadınlar sayıca baskın, dolayısıyla toplumsal cinsiyet duyarlılığının da ‘doğal’ olarak var olduğu düşünülüyor. Görüşülen 15 kuruluş arasında çalışan/üye sayılarının cinsiyet dağılımına bakıldığında yüzde 53’ünde kadın erkek oranı yarıya yakın, yüzde 40’ında ise kadınlar ağırlıkta çıktı. Kuruluşların yüzde 60’ında da kadınların karar verici konumlarda olduğu görülüyor.
Çevre çalışan STK’larda da kadın ağırlığı var
Çevre alanında çalışan STK’larda da cinsiyetin çevresel sorunlardan etkilenmede belirleyici bir rol aldığı görüşü yaygın kabul görüyor. Bu bağlamda kadınların bakım emeği ve tarımdaki rolleri gereği çevre tahribatından çok daha olumsuz şekillerde ve daha derinden etkilendikleri vurgulanıyor. Kadınların tam da bu nedenlerden ötürü çevresel yıkım ve felaketlere karşı mücadelede çok daha ön planda durdukları da sıklıkla vurgulanıyor. Çoğu çevre STK’ları kadınların ezilmesine neden olan ataerkil düzen ile doğanın ezilmesi arasında net bir paralellik kuruyor. Görüşme yapılan kuruluşların yüzde 67’sinin toplumsal cinsiyet eşitliğini merkeze alan etkinlik ve/ya projeleri bulunuyor.
Yerel ölçekte çalışan kuruluşlar arasında özellikle kadın hareketini de destekleyen etkinlikler yürütülüyor. Örgütlenmeler içinde sayıca kadın-erkek eşitliği hakim; toplumsal cinsiyet eşitliği daha çok ‘esnek’ çalışma koşulları üzerinden sağlanmaya çalışılıyor. Görüşülen 15 kuruluş arasında çalışan/üye sayılarının cinsiyet dağılımına bakıldığında yüzde 67’sinde kadın erkek oranı yarıya yakın, yüzde 13’ünde ise kadınlar ağırlıkta çıktı. Kuruluşların yüzde 50’ye yakınında kadınlar karar verici konumlarda ağırlıklı yer alıyor.