Sinema filmleri, genellikle yönetmenlerin adıyla ve başrol oyuncularıyla anılır. Oysa kolektif çabayla gerçekleştirilen bir sanat dalıdır sinema. Yalnız kamera önünde olanların değil, kamera arkasındaki yüzlerce insanın emeğiyle ete kemiğe bürünür her film…
Böyleyken, filmlerin sonunda beyazperdede akan uzun jeneriklere pek bakmaz seyirciler. Onları ilgilendiren, filmin öyküsüdür yalnızca. Son sahneyle birlikte hızla boşaltmaya çalışırlar salonları. Çünkü film bitmiştir onlar için. Televizyon kanalları da bunu bildiklerinden, gösterdikleri filmlerin jenerik yazılarını uzatmaz, anında keserler! Çünkü izleyicilerin bu boşlukta başka kanallara kaçmasını istemezler! Oysa o yazılar, oyuncuların yanı sıra, filme emek vermiş tüm adsız kahramanları da tanıtır bize…
* * *
Çocukluğumda izlediğim Türk filmlerinin jeneriğinde hep Kriton İlyadis adını görürdüm. O yıllarda “görüntü yönetmeni” diye bir kavram yoktu. “Kameraman” ya da “Foto Direktörü” diye geçerdi adı. Çocuk aklımla, “Kriton Amca olmasa bu filmler çekilemezdi herhalde” diye düşündüğüm çok olmuştur…
Benim doğduğum Trabzon’da belki aynı filmleri izleyerek büyüyen bir başka genç, daha sonra İstanbul’a göç edip o efsane adamın, Kriton İlyadis’in “kamera asistanı” olarak sinemaya adım attı. Ama o, ustasından öğrendikleriyle yetinmedi; siyah beyazdan renkliye, oradan dijitale geçerken başka anlatım yolları aradı. Çekim tekniğini ve üslubunu daha üst bir estetik düzeye taşımak için durmadan çalıştı. İzlenimcilikle doğalcılığı harmanladığı özgün biçemiyle yeni bir görüntü dili yarattı. Onun sinemasal anlatıya getirdiği en önemli yenilik, görüntüde ışık ve gölge öğelerini ustalıkla kullanarak yaratığı etkileyici atmosferdi. “Ben ışığı aydınlatmak için değil, gölgeler yaratmak için kullanıyorum” demişti, yaşamını anlattığı Barış Saydam’a. Ona göre “Gölgesiz bir kare, sayfaları boş bir kitaba benzer”di.
Ne var ki Türk sinemasına kazandırmak istediği bu yeni biçem, başlangıçta yadırgandı. Yapımcılar ve yönetmenler kuşkuyla baktılar ona. Çekimlerde ark lambası istediği için yapımcılar arasında “Güneşe lamba yakan adam”a çıktı adı! Ama ona inanan ve şans tanıyan yönetmenler de oldu. Zaman içinde Şerif Gören, Ertem Eğilmez, Yavuz Turgul gibi önemli yönetmenlerle çalışma olanağı buldu. Yılanların Öcü, Arabesk, Muhsin Bey, Düttürü Dünya, Işıklar Sönmesin, Mum Kokulu Kadınlar ve daha nice nitelikli filme “Görüntü Yönetmeni” olarak imza attı. Şehnaz Tango, Baba Evi, Yaprak Dökümü, Yeni Hayat, Deniz Gurbetçileri gibi televizyon dizilerinde çalıştı. “Tüm Zamanların En İyi On Görüntü Yönetmeni” arasına girdi. Sinema sanatına katkılarından dolayı, Antalya Altın Portakal ve Adana Altın Koza ödülleri de içinde olmak üzere onlarca ödüle değer görüldü. Bana göre o, “görüntünün şairi” idi…
* * *
Yıllar sonra İstanbul’dan ayrılıp yeniden Trabzon’a, baba ocağına dönmüş; çok sevdiği Faroz’una kavuşmuştu. Sinemayı yaşam biçimine dönüştüren bu naif insanın adı Aytekin Çakmakçı idi…
Aytekin, Trabzon’da da boş durmadı; birikimini gençlerle paylaştı. Kamera ve ışık teknikleri konusunda kurslar açtı; çeşitli üniversitelerde konuk eğitici olarak görev yaptı.
Pille çalışan kalbi, bu koşuşturmalara daha fazla dayanamadı. 11 Mart sabahı Trabzon’dan kara haber geldi: 72 yaşındaki Aytekin Çakmakçı, kalp krizi geçirerek aramızdan ayrılmıştı…
Sinema ve Televizyon Eseri Sahipleri Meslek Birliği (SETEM), 2020 yılı “Emek Ödülü”nü, ölümünden iki gün önce ulaştırmıştı ona. Aytekin bu ödülün görselini Facebook sayfasında paylaşınca hem sevincimi hem özlemimi belirtmek istemiştim. Neredeyse bir buçuk yıldır uzaktan haberleşebiliyorduk. “Daha nice başarılara, sağlık dileklerimle ve özlemle sevgili Aytekin” diye yazmıştım paylaşımının altına. Anında yanıt vermişti: “Sağlıkla gelin. Doktor yengeme selam ederim.”
* * *
Bugün yine dilim lal! Sözcükler boğazıma düğümleniyor. Trabzon Sanatevi’nde, Ganita’da, Faroz’da bir daha buluşamamak; Ankara’da Mülkiyeliler Birliği bahçesinde çay sohbeti yapamamak; Tavukçu Lokantası’nda iki tek atamamak düşüncesi acı veriyor bana.
Bu film böyle bitmemeliydi sevgili Aytekin!