Ferhan sahnede upuzun yatıyor.
Salonda tek boş koltuk yok.
Derinlerden gelen iniltiler, hıçkırıklar sahne üstüne doğru taşıyor.
Hüzün hiç bu kadar güçlü ve çaresiz olmamıştı.
Bu salonu, sahneyi, sahne gerisini evim gibi bilirim.
Burada her biri Ferhan’ın ev sahipliği ile masalların sesi olduk ve şiirlerin, şarkıların, türkülerin, hayata savrulan eşitlik ve özgürlük ve emek mücadelesinin.
Oyun repliklerini sahiplendik.
Şu koltukların, locaların, balkonların, kırmızı perdenin, kulislerin sesi olsa da bağırsalar.
Zevat üst üste yerini alıyor.
Kimler yok ki.
Merdivenin başında bir imam var.
Ferhan ‘asla dini tören istemem’ derdi.
Kimin aklı tiyatro sahnesinde Ferhan’ın başına imam koymak, kim yazdı bu sahneyi?
Camiye götürmek kimin aklı?
Düşündükçe gerginleşiyor yüreğim.
Zevat dedim ya aralarında belediye başkanları, vekiller, oyuncular, gazeteciler, yazarlar ve kültür bakanı var.
Yanlış okumadınız kültür bakanı!
Gidip konuşma listesine bakıyorum, tam ismimi yazdıracakken vazgeçiyorum.
Bunca yalanın ortasından bağırmak doğru olacak belki ama söz konusu Ferhan.
Kaldırıp başını ‘sakin ol lacivert’ derse, susar kalırım!
Konuşmaları izliyorum.
Her sahneye çıkan oyunculuğunu yazarlığını, yönetmenliğini övüyor.
Cihat Tamer ağabeyin “70 yıldır bu ülkeyi din eksenli hükümetler yönetiyor, 70 yıldır inadına tiyatro yapıyoruz.” sözleri alkışlanıyor.
Biri de çıkıp ‘sevdalımız komünisti’ demiyor, diyemiyor.
Şu arkadaki Balo sokağının tinerci çocuklarıyla, kedileri, köpekleriyle, şarapçılarıyla, kimsesizlerle, tek tek tüm esnafla dosttu diyemiyor.
Ferhan’ın hayatını ören emek mücadelesinden aldığı güçtü diyemiyor.
İşçiler, yoksullar, adaletsizliğe uğramışlar, ezilenler, kadınlar ve çocuklar ve doğa ve çiçek ve su ve ağaçsız Ferhan, Ferhan değildir diyemiyor.
Yazdığı, sahnelediği, oynadığı her oyun değiştirme mücadelesinin ışığıydı diyemiyor.
Yobazlığa ve kafatasçı ırkçılığa karşı ördüğü duvar bu sahnenin üstünden başlardı diyemiyor.
Kimse “Faşist bir yağmur yağıyor büyük bir şemsiyenin altında toplanmak gerek” diyemiyor.
Konuşma sırası bildik zevata gelince atıyorum kendimi dışarıya.
Sahneden sesler taşıyor, övgünün biri bin para.
Sanki AKP büyükşehir belediyesi süresince, bu salonu Ferhan’ın elinden almak için yapmadık düzenbazlık bırakmayanlar bunlar değil.
İç etme girişimlerinin her adımına tanığım. Ferhan’ın öfkesini anlatmaya kalkarsam küfürbaz olurum.
Sanki 2013 Haziran Direnişinden beri Ferhan’ı ‘terörist, hain’ ilan edip bakanlık hakedişlerini vermeyen bu bakanlık değil.
Sanki vergi ve sigorta borçlarıyla boğmak istedikleri Ferhan bu Ferhan değil.
Sanki Anadolu turnelerinde ellerinde tuttukları salonları yüzüne kapattıkları Ferhan bu Ferhan değil.
Sanki yıllar önce oynadığı salon meczuplarla yakılınca seyre dalan damarın iz sürücüleri bunlar değil.
Kapının önünde gazeteci dostlar geliyor yanıma. Ne olacak bu salon diye merak sarmış hepsini.
Ne olacağı belli, bu salon Ferhan Şensoy’un emeğidir, alın teridir, onurudur ve onun adıyla yaşayacaktır. Çocukları ve eşi ve elbette tiyatronun oyuncuları başkaca bir şeye asla izin vermeyeceklerdir.
Şu kapıdan asla devlet ya da yerel yönetim girip buraya konmamalı, bedenlerimizi siper ederiz.
Dostlarım, yoldaşlarım geliyorlar yanıma çoğalıyoruz.
Acım katmerleşiyor, ellerim titriyor.
Ferhan’ı çıkartıyorlar omuzlar üstünde, karanfiller savuruyorum.
Cadde insan kalabalığı ile dolu, ardından alkışlar hiç dinmiyor.
Son kez çıktığı sahnesinden yıldızlara uğurlanıyor.
Eve döndüm.
Ferhan ile oturduğumuz balkonda sonbahar çiçeklerinin arasına sığındım.
Rom bakındım, yok.
Kırmızı şaraba ve puroya yöneldim.
İlk kadeh Ferhan’a ve tüm bıraktıklarına, son kadeh de öyle.
Gökyüzüne bakındım, gri.
Kütüphaneden kitaplarını indirdim masanın üstüne.
“- Nasıldı Küba?
– Güzeldi. Çok güzeldi.
– Hacı komünist oldunuz mu bari?
– Oldum, elhamdülillah! Al sana getirdim bu şişeyi diyerek Küba’dan getirdiğim Havana club rom şişesini çıkarıp çantamdan uzatıyorum.
– Ne bu?
– Rom, zemzem yok Küba’da rom var. Herkes bunu içiyor. Bir hacı olarak sana oradan rom getirdim canım kardeşim. Bununla abdest alınmayacak oraya buraya sürülmeyecek, direk içiyorsun, direk cennete gidiyorsun, cennette kimlere kimlere rastlıyorsun; Marks, Lenin, Troçki, Marilyn Monroe, Commandante Che Guevara!”
Gün akşama dönüyor.
Üstüne toprak atıyorlar arkadaşımın.
Sonra çiçekler çiçekler çiçekler, aralarında güller de olsun kırmızı, beyaz, sarı.
Yağmur çiseliyor.
Birkaç kırlangıç kuşu geçiyor önümden, ağlaşarak susuyorum.