Kısaca 68 Kuşağı diye andığımız üniversiteli gençlerin, 1960’ların sonları ile 70’li yılların başlarında dillerinden düşürmedikleri bir slogan vardı.
Ho Ho Ho Şi Min
İki-üç daha fazla Vietnam
Ernesto’ya bin selam…

O yılların dünya çapında ünlü Güney Amerikalı devrimcisi Ernesto Che Guavera’yı da anan bu slogan, tam 50 yıl önce bugüne, 30 Nisan 1975’e kadar söylendi ve o gün söylenmesi bitti!
Güney Vietnam’da işgalci Amerika’ya karşı Vietkong öncülüğünde ulusal kurtuluş savaşı veren Vietnam halkı, o gün, yenilmez sanılan Amerika’yı yendi.
ABD yanlısı hükümetin terk ettiği Başkent Saygon, kurtuluş ordusunun eline geçti ve ismi, savaş sürerken hayatını kaybeden liderlerinin adı verilerek Ho Şi Min kenti olarak değiştirildi.
O yenilmez sanılan süper güç, askerini, silahını, iş birlikçi Vietnamlısını doldurabildiği kadarıyla gemilere doldurup ülkeyi terketti.
Kaçacak olanlar helikopterlerle gemilere götürüldüğü için, bu harekata “helikopter harekâtı” denildi.
Sonra, bir Amerikan helikopteri bu büyük bozgunun ve batışın simgesi oldu.
Amerikalılar, askerlerini ve firari Vietnamlıları, silah ve mühimmatlarını taşımak için bütün gemilerini tıka basa doldurmuşlardı.
Son grubu götüren helikopterler, yolcularını uçak gemisinin güvertesine indirdiğinde, ağırlığının geminin hareket etmesini engelledikleri görülmüştü.
Bu yüzden, savaşta kim bilir kaç cana kıyılmasına vesile olan bazı helikopterleri feda etmeye karar verdiler.
İzlenen görüntülerde, pilot helikopterin vitesini boşa alıp aşağıya atladıktan sonra, askerler denize ittiler.

Burun tarafından suya çakılan helikopter, saniyeler içinde gözden kayboldu.
Televizyonlardan izledik.
Amerikalıların bu görüntüyü bütün dünya televizyonlarına servis etmeleri, belki de yenildiklerini kabul etmeleri anlamına geliyordu!
Ancak, dünyanın dört bir yanında yerel halklara karşı savaşan Amerikan askerlerini kahraman yapan, yenilmez süper güçler gibi tanıtan Hollywood, daha sonra çevirilen filmler ile bu yenilgiyi unutturmaya çalıştı.
Bunlara göre ABD askerleri merhametli, sevecen, çocukları koruyan, siviller için canını feda eden insanlardı!
Ancak düşmanla karşı karşıya geldiğinde, bir tanesi koca bir düşman alayını yok edebilirdi!
Allahtan Amerikalıların savaş hukukuna göre yasak olan napalm kullandıkları, sivilleri katledip köyleri yaktıkları, giysileri parçalanmış çocukların çırılçıplak peşlerindeki askerlerden kaçmaya çalıştıkları onurlu gazeteciler tarafından bütün dünyaya yayınlanmıştı.


Vietnam’dan sürekli gelen asker cenazeleri, orada da üniversitelerin protestolarına yol açmış, Vietnam’a gitmeyi reddetme eylemleri çoğalmıştı.
Sonradan ABD’de de namuslu sinemacılar az da olsa gerçek durumları yansıtan filmler yaptılar.

Ancak özellikle yenilgiyi izleyen ilk yıllarda durumu tam tersi gösteren Rambo gibi filmler dünyayı sardı.
Epey sonra yapılan araştırmalarda, Amerikan gençliğinin önemli bölümünün Vietnam savaşını “kazanılmış” sandıkları ortaya çıktı.
Oysa bir helikopteri bile götürmekten aciz duruma düşmüşlerdi.
***
O yıllarda, Amerika Birleşik Devletleri, kendince “komünizme karşı” dünya jandarmalığı rolüne bürünmüştü.
Uzak Asya’dan Ortadoğu’ya, Güney Amerika’ya kadar her yere askerlerini gönderir, bazı ülkeleri doğrudan işgal eder, kimilerinde işbirlikçilerine darbeler yaptırırdı.
Savaşlarda ya da Amerikan yanlısı rejimlerde kan ve ölüm hüküm sürer, yurtseverler hapishanelere doldurulur, insanlık dışı işkence ve baskılar yapılırdı.
İşte o zamanlar, çok sayıda ülkede 68 kuşağı denen üniversite gençliğinin, devrimci sendikaların, ilerici sivil toplum örgütlerinin yaptığı anti-emperyalist gösteri ve yürüyüşlerde dünyanın her yerinde insanların kendi dillerinde bağırdığı bir slogan vardı:
Yaşasın Uluslararası Dayanışma!
Ya da;
İngilizce: Long live international solidarity!
Fransızca: Vive la solidarité internationale !
İtalyanca: Viva la solidarietà internazionale!
Almanca: Es lebe die internationale Solidarität!
İspanyolca: ¡Viva la solidaridad internacional!
Bu sloganın Arapçası da, Farsçası da, Hintçesi de , hemen her dilde olanı da vardı.
O yıllarda, dünyanın her köşesi kanlı baskı rejimleriyle doluydu.
Ortadoğu’da ABD’nin ileri karakolu konumundaki İsrail, Filistin, Suriye, Lübnan’da işgalci varlığını ve ileride soykırım formunu alacak saldırılarını sürdürüyordu.
Filistin’le dayanışma dünyanın pek çok ülkesindeki gençler için önde gelen gündem maddelerinden biriydi.
Afrika’da savaşlar, iç savaşlar yetmezmiş gibi siyahi çoğunluğa karşı beyaz kolonicilerin resmen ırkçı bir rejimi hüküm sürüyordu.
Amerika’nın örgütlediği darbe rejimlerinin sultasındaki Güney Amerika başkaydı, yine savaşlar ve iç savaşlarla oluk oluk kan dökülen uzak doğu başka.
Ancak buna karşılık, her yerde haksızlığa, adaletsizliğe, sömürüye, kanlı diktatörlüklere karşı çıkan yığınlar vardı.
Ülkeleri işgal altındaysa düşmanla savaşır, baskı altındalarsa direnirler, vicdan sahibi oldukları için başka ülkelerdeki baskı rejimlerine karşı oraların halklarıyla dayanışma içinde olurlardı.
Türkiye’de de hem üniversite gençliği, hem sendikalı işçiler, hem meslek örgütleri, bu uluslararası dayanışmaya katkıda bulundular.
Hatta İsrail işgaline karşı savaşmak için devrimci gençler Filistin’e gitti, onlarcası şehit oldu.

Bir hafta sonra idam edilişinin 53. Yılında anacağımız Deniz Gezmiş de, Filistin’de savaşa katıldıktan sonra yurda dönmüştü.
İşte o günlerde sık sık söylenen bir başka slogan da hiç aklımdan çıkmaz:
“Vietnam’da rezil olan Amerikan Emperyalizmi, Ortadoğu’da ezilecektir!”