Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek göreve geldiğinde yurtiçi ve yurtdışı çevrelere güven verdi. Bunun devamını getirebilmek için de doğru hamleler yaptı. Ancak iş söylemlere gelince; siyasi tarafı ağır basmaya başladı. Zira bu bir denge meselesiydi ve bir yanda kitapta yazanı uygulamak varken, diğer yanda da siyasi güce sırtı yaslamak şarttı. Yoksa yola devam etmek o kadar kolay olmayabilirdi.
Böyle bir giriş yapmamın sebebi, Mehmet Şimşek’i eleştirmeden önce onunla empati yapıp hatalı gördüğümüz yönleri haksızlık yapmadan seslendirmek içindir. Bir kere iktisatçı kimliğiyle şimdiye kadarki uygulamalarını bütünüyle yanlış bulmak adil olmaz. Ancak özellikle vatandaşın çektiği sıkıntıları ve gelir dağılımındaki adaletsizliği fazla dikkate almayan tavrını eleştirebiliriz. Üstelik bu da siyasetçi kimliğe ters düşeceği için kendi mahallesi tarafından bile sorgulanmayı hak ediyor. Kendisini aşan konular olduğu açıktır. Kamuya tasarruf yaptıracak, mali disiplini sağlatacak, yapısal sorunları ve mülteci meselesini çözecek güç onda değildir. Nitekim görüldüğü üzere henüz bu konularda fiili bir ilerleme kaydedilemiyor.
Elbette hem iktisatçı hem de siyasi duruşu yan yana gelen, yani iki şapkayı da birlikte kullanmak zorunda olan tek kişi de Şimşek değildir. Sayıları hayli fazladır ve ister iktidar isterse muhalefet kanadında olsun durulan yere göre söylemler değişse de herkesin kendi kalesini savunmak üzerine strateji geliştirdiği de bir gerçektir. Ya vatandaş?
Şimdiye kadar onu dikkate alana ben henüz rastlamadım. En fazla “nabza göre şerbet verildiğini” izledim. Bir de fazlaca zamana yayılan abartılı hedefler…
Örneğin;
• “Dezenflasyon sürecine girildiği” siyasi bir söylemdir. Zira baz etkisi ile oluşacak geçici düşüşün dezenflasyon süreci ile ilişkilendirilmesi fazla iddialıdır. Herhangi bir yapısal sorunu halletmeden; değil 2024’te, 2025-26 ve devamında da fiyatların artış hızı kalıcı olarak düşemez. Kaldı ki enflasyonu frenlemek için hem para miktarını kısmak hem de faizleri artırmak şarttır. Çünkü reel faiz hâlâ eksidir. Bu önlemlerin en olumsuz sonucu da üretimin düşmesidir. Devamı da büyümenin düşmesi ve işsizliktir. İktidarlar kolay kolay büyümeden vazgeçemezler. O zaman da dezenflasyon süreci hayallerde kalır.
• Ya da Sayın Şimşek’in, “uyguladığımız rasyonel, öngörülebilir ve kurala dayalı politikalarla ekonomimiz daha dengeli ve sürdürülebilir büyümeye doğru ilerliyor” sözü gerçekçi değildir. Çünkü çelişen ifadelerin ikisi birlikte gerçekleşemez.
• Sayın Şimşek’in yıl başında, “ihracatı destekleyeceğiz” demesinin karşılığında seçimden sonra devalüasyon beklersiniz. Tam tersini yaptı, kuru baskıladı ve sıcak para getirdi. Üstelik yabancının portföy yatırımı için getirdiği paranın carry trade olmadığını savundu. Elbette bu da doğru değildir ama eksik tarafı vardır. Çünkü yerli yatırımcının yaptığı da benzer davranıştır. Hani Sayın Bakan deseydi ki “bu işlem sadece yabancı yatırımcı ile sınırlı değildir”, o zaman doğru bir beyan sayılabilirdi.
• “Enflasyon düşecek” sözü bile sade vatandaş tarafından kolay anlaşılamıyor. Zira enflasyon oranı yüzde 75’ten yüzde 50’ye inince fiyatlar düşmüş olmaz. Fiyatlar artmaya devam edeceği gibi toplumun üzerindeki yıpratıcı etkisi de sürer. Sadece fiyat artış hızı düşmüş olur. Yani çekilen çile bitmez…
Zira enflasyon oranımız hiçbir zaman batı ülkeleri seviyesine inemeyeceğine göre ‘döviz bazında en pahalı ülke’ özelliğimiz daha uzun süre devam eder.
• Resmi enflasyona güvenilmesini isteyen yetkili makamlar önce şeffaflığı sağlamalıdırlar. Enflasyon sepetindeki ‘Madde fiyat listesi’ni açıklamayan (yargı kararına rağmen) bir kurum tarafından çıkarılan sonuca inanılmaz.
• TCMB rezervleri yükseliyor. Bunu kabul ediyoruz ama ayrıldığımız önemli bir nokta var. Emanet dolarla artan döviz rezervi çıktığı seviyeyi koruyamaz.
• “Tüketim artıyor” denince mal ve hizmete ödenen para artıyor (anormal yüksek enflasyon oranı sebebiyle) demektir, yoksa miktarın yeterince arttığına işaret etmez. Bu da siyaseten yanlış anlaşılmaya uygun konulardan biridir.
• “Kamuda Tasarruf Paketi”ne, geniş halk kesimleri dışında kimsenin omuz vermeyeceğini Sayın Şimşek bilmiyor muydu?
Elbette biliyordu ama vitrine de bir şeyler koymak gerekiyordu…
Peki o paketten akıllarda neler kaldı?
Servis araçlarının kaldırılması, öğretmen ve memur atamalarının sınırlandırılması, öğretmen odalarındaki çay makinalarının kaldırılması…
Lüks Alman markalı arabalardan vazgeçen oldu mu?
Elbette olmadı, olmayacağı da çok önceden belliydi zaten…
Kaldı ki kamu ihalelerini alan bazı yüklenici firmaların sözleşmelerine; makam araçları, ofis malzemeleri, özel uçakla ulaşım ve “layıkıyla ağırlama” sağlatacak maddelerin eklendiğini duymaktayız. O firmaların normal maliyetin çok daha fazlasını kamuya ödetme ihtimali daha da büyük israf değil mi? Bütçede gözükmeyen gider dolaylı yoldan harcanırsa tasarruf mu sayılıyor?
Sonuç olarak; bir ülkede aynı dilden konuşulmadığı ve bu da siyasetin işine geldiği sürece yapılanları doğru okumak zorlaşmaktadır. Örneğin son günlerin en önemli siyasi başlığı olan “enflasyonda en kötüsü geride kaldı” sözü de gerçekçi değildir. Zira baz etkisiyle 20-25 puan gerileyecek olan enflasyon oranı bizi ‘dünyanın en yüksek enflasyon oranına sahip 5 ülkesi’ dışına çıkartmaz. Aksine çalışanların ve emeklilerin satın alma gücünün daha da düşeceğini, gelir dağılımındaki bozulmanın süreceğini gösterir. Nasıl mı?
Dolar baskılanır, yabancı yatırımcı kur garantisi alır ve dönem sonunda yüklü faiz ile getirdiği doları cebe koyup uzaklaşır, birileri de bu faiz hesabını öder.
Peki kim bu birileri?
KKM yükünü de, yeni gelecek ve artacak dolaylı vergileri de omuzlayacak olanlar aynı orta ve alt gelir gruplarıdır. Netice değişmemiştir ama moda değişmiştir; dolayısıyla KKM gerilemiş, yerini ‘carry trade’ almıştır.
Esas sıkıntı yeni başlayacağına göre en kötüsü geride mi kalmıştır!?