Herkesin bir gün 15 dakikalığına ünlü olduğu bir çağda, bir de neredeyse 15 dakikada bir değişen, kendinden önceki her “büyük” olayı gölgede bırakan gündemler yaşıyoruz.
Hayat çok hızlı geçip gidiyor kimimize göre.
Tabii kimimize göre, ancak bazı gündemler var ki, bir türlü değişmek, düzelmek, hayatımızdan çıkmak bilmiyorlar.
Son bir yılın bu nitelikteki en önemli konusu, İsrail’in önce Gazze, ardından Lübnan saldırıları, ayrıca sağa sola füzeler fırlatması ya da uçaklarla İHA’larla, hedef gözetmeden bombardıman etmesi.
Hedef gözetmeden sözü lafın gelişi aslında.
Bal gibi hedef gözetiyorlar.
Hedefleri Gazze halkını, çocuklar başta olmak üzere katletmek, yok etmek.
Bir halkın kundaktaki bebesini, sokakta oynayan çocuğunu acımasızca katledenler, lamı cimi yok, soykırım suçunu işlemektedirler.
Bunun nedeni, o çocukların büyüyüp kendilerine karşı düşman olmalarından, hesap sormalarından korkmalarıdır.
Korkunun iki çeşidi vardır.
Birincisi, Filistinli çocukların, sivillerin, gökyüzünden füzelerin ya da bombaların ıslık çalarak geldiğini duymaları ile patlamasının beklendiği an arasındaki “acaba beni parçalar mı” korkusuyla dolu dehşet dakikalarıdır.
O an o insanlar parçalanmamışlarsa, yeni ıslık seslerine kadar dehşet duygusu sürecek demektir.
Yaşamım boyunca iki kez, başka ülkelerde sivillerin oturduğu “meskûn mahale” yapılan füze saldırılarının altında kaldığımdan, patlamaların ne kadar çaresizce beklendiğine tanık oldum, yaşadım.
Biri 1988’de Tahran’da Irak füzelerinin patladığı zamandı.
Diğeri, 1992’de Azerbaycan’ın Ağdam kentinde, Dağlık Karabağ’dan Ermenilerin fırlattığı füzelerin kaldığımız evin birkaç blok ilerisindeki bir evi yıktığındaydı.
Her iki saldırıda da füzelerin gelişinden bir ıslık sesiyle haberdar oluyordunuz.
Sesin gelmesiyle patlama arası yalnızca birkaç saniye idi ve bu birkaç saniye içinde aslında ne kadar savunmasız, çaresiz ve yalnız olduğunuzu hissetmek dışında yapılacak bir şey yoktu.
Filistinli çocuklar, bizim iki kez oldukça kısa sürelerde hissettiğimiz korkuyu, eğer on binlerce arkadaşları gibi “sessiz-sitemsiz” aramızdan ayrılmadılarsa binlerce misliyle yaşamışlardır ve yaşamaya devam ediyorlar.
İçlerinde en büyük hakları olan, bu alçaklıklara karşı yaşama tutunma içgüdüsünü taşıyarak.
En insanca duygu olan çaresizlik içinde ölmeyi bekleme korkusunu yenmeye çalışarak.
Bu korku, onurlu insanların en ufak bir ödün vermeden duydukları korkudur, kimsenin onurundan bir şey alıp götürmez.
Öte yandan, bir de yaptıkları pisliklerin hesabının sorulacağını hissedenlerin duyduğu o alçakça korku var.
Soysuz, onursuz bir korku.
Bakmayın sürekli sağa sola efelenmelerine.
Buldukları her fırsatta, insanlığın bugüne kadar geliştirdiği her türlü savaş hukukunu, insan hakları hukukunu yani insan olma hukukunu ayaklar altına almalarının cesaretten kaynaklandığını düşünmeyin.
Düşünmeyin, çünkü gerçekte büyüyen, derinleşen en onursuz korkunun içindeler.
Hazindir ki, herkesi korkutarak bunun üstesindeyim gelebileceklerini sanıyorlar.
Tir tir titreyerek geçtikleri bir zulüm mezarlığında, yüksek sesle şarkı söylüyorlar ve böylece korkularını bastırmaya çalışıyorlar sanki.
Oysa ki, ayaklarının altına Amerika ve batılı emperyalist ülkelerin 75 yıl önce yaydığı adaletsiz zemin kaymaya başladı.
Filistin de ölen çocuklar, savunmasız siviller birer isimsiz gariban olarak çekip gitmiyorlar aramızdan.
İnsanlığın belleğine kazınıyorlar.
Vahşetin görüntüleri, dehşetin görüntüleri, dünyanın her yerinde insan olan herkesin yüreklerini titreterek belleklerine kazınıyor…
Aslında tarih gösterdi ki, katillerin hiç bitmeyeceğini sandığı emperyalizmin desteği, asla bitmez tükenmez değildir.
En büyük süper güç denilen ülke, dünyada en büyük süper güç olduğu algısını koruyabilmek için bugüne dek ne kılıklara girdi, ne politikalar geliştirdi, girdiği hangi yabancı topraklardan defedildi, öğrenmediler belli ki!
Emperyalizm, şimdiye kadar hangi yenilgiler sonrası hangi işbirlikçilerini, kimleri eli böğründe bırakarak çekip gitti?
Karşı taraftan atılan füzelere karşı sürekli propagandasını yaptıkları “demir kubbenin” delinebileceği, üstelik tek bir merkezden değil, birçok yerden ateşlenen roketlere karşı pek bir şey yapamayacağı ortaya çıkıyor.
Bir “efsane” çöktü çökecek.
Şimdi, Gazze’de on binlercesini katlettikleri sivil insanların geride kalanlarının tedirginliği, artık Tel Aviv’de, Kudüs’te, İsrail coğrafyasının değişik yerlerinde yaşanıyor.
Buralarda sık sık çalınan sirenler, ikide bir insanların sığınaklara gönderilmesi, yarattıklarını düşündükleri “görece refah ülkesinde” hayatı hepsine zindan etmiş durumda.
Siviller tedirgin olmadan işine gidemiyor, öğrenciler okullarına devam edemiyor, çocuklar, içi nefret dolu travmalarla büyüyorlar.
Bu nefret dolu çocukluk travmaların, ileride hangi kapanmayacak toplumsal yaralar açacağı belli değil.
İsrail’in korkularla, travmalarla büyümek zorunda bıraktığı çocukları ileride “nasıl” insanlar olacaklar?
Belki de kendilerini bir ateş çemberinin içine atan bugünkü yöneticilerine karşı öfke patlamaları yaşayacaklar, bunun olmayacağının garantisi yok.
Çünkü, ikinci dünya savaşı sonrası İngiltere, ABD ve müttefikleri tarafından kendilerine bahşedilmiş ülkelerini korumanın ve elde tutabilmenin, fiziksel koşulları yok.
Batılı siyasal-askeri destekçilerinin güvenilirliğinin garantisi de yok.
Destekçi ülkelerin en büyüğü olan ABD’nin yakın tarihte “kurtarma bahanesiyle işgal ettiği” pek çok yerden arkasına baka baka çekip gittiğini ya da kovulduğu henüz unutulmadı.
Vietnam, Laos, Kamboçya, Afganistan.
İran, Irak, Suriye,
Bir zamanlar askeri darbeler yaptıkları güney Amerika ülkeleri.
Arjantin, Şili, Venezuela, Brezilya.
Ya da yine desteğini “esirgemiyor” görünen Almanya gibi 75-80 yıl önce atalarını soykırıma uğratmış ya da büyük sıkıntılar yaşatmış ülkeler.
İkinci dünya savaşından sonra Filistin adlı ülkenin insanlarını yerinden yurdundan edip, İsrail’e “buyurun vadedilmiş topraklarınız” diyen başka tanrıya iman etmiş insanların ülkeleri.
Tarihsel müktesebatında güvenilirlik vasfı bulunmayan, kendi halklarını vahşi kapitalizm altında ya da tarihin gördüğü en kanlı faşizmler altında inim inim inleten memleketler.
Yarın ekonomik, politik, askeri çıkarlarını bölgedeki başka ülkelerden daha ucuza ve daha işlerine geldiği gibi elde edebileceklerine inanırlarsa kimsenin gözünün taşına bakmazlar.
O ülkelerin hiçbirine “sağlam bir gelecek” için güvenilir mi?
İsrail, yarattığı kan gölü büyüdükçe bunu daha iyi anlıyor ve belki de bu yüzden, saldırıları artık bataklığa saplanmış birinin umarsız çırpınışlarına dönüşüyor.
Belki de hiç aklından geçirmek istemediği bir gerçeği anımsamak zorunda.
O bölgede, Mısır’dan Roma’ya kadar ne dünya devleri ne imparatorluklar geldi geçti.
Zaman akıp gider, yenilmez, kımıldatılamaz sanılan güçler çöpe dönüşür.
Tarih bunun örnekleriyle dolu.