“Kentsel Dönüşüm”ün ulaştığı boyut, sadece çirkinleşme sebebiyle göz zevkinin bozulması değil, aynı zamanda yaşam kalitesinin de dip yapmasıdır.
İstanbul’u örnek alırsak; artık ne ayak basacağımız yeşil alan ne de dikine yapılaşma sebebiyle yüzümüze değmesini beklediğimiz güneş var. Oysa dünya’da bu konuda kıyaslama yapılacak o kadar çok örnek var ki…
Londra’da olduğu gibi şehrin sadece bir bölümüne gökdelenler (finans merkezi) konumlandırılabilirdi. Hadi bizde fazladan iki veya üç bölge olsun. Ya da New York’ta olduğu gibi kocaman bir şehir parkının her kenarı için farklı imar durumu oluşturulabilirdi. Hiç değilse, her boş arsaya gelişigüzel beton yığınlarını dikmeden önce şehrin bir genel planı yapılabilir ve aralara yeşil alanlar da serpiştirilebilirdi.
Mevcut durum; gökdelenlerin çıban misali şehrin her yerinden fışkırdığı bir manzaradır. Bu kuleler bazen denize sıfır olabilmekte, bazen de 11 katlı yeni binaların arasına 49 kat olarak oturabilmektedir. Üstelik sokak aynı dar sokak, kanalizasyon hâlâ denize karışan zayıf alt yapısıyla aynı yetersizlik içindedir.
Büyük arsaların yüzde yüzünü betonlaştırmak sıradan hale geldi. Herkesin önünden geçtiği ve kolay anlaşılacak iki örnek var. Mecidiyeköy’de Ali Sami Yen Stadyumu arazisi ile yanındaki eski likör fabrikası arazisinin birleşiminden ortaya çıkan ucube yapılaşma bitmek üzere. İstanbul Boğazına tepeden bakan Zorlu Center gözler önünde. Artık bunları tarife gerek yoktur. Çirkinliği örtmek ve içinde yaşayanların bir karış toprağa hasret kalmasını önlemek için de saksılarla çözüm bulmuşlar.
Yirmi beş otuz yıl önce; Türkiye’den Yunanistan’a göç etmiş Rum vatandaşlarımız İstanbul özlemi çekerlerdi ve gözyaşlarıyla bunu çok belli ederlerdi. Geçen gün bir televizyon programında izledim. Aynı vatandaşlar; “İstanbul o kadar çirkinleşmiş ki artık beni çekmiyor” diyebilmekteler. Kendi kendime düşündüm; o çok sevdikleri Kadıköy artık b.k kokusundan geçilmiyor, henüz trafiğe takılıp uçak kaçırmamışlar, iyi ki sadece görsel çirkinliğe takılmışlar. En çok vakit geçirdikleri Adalar’a sıranın geldiğini ise henüz görmemişler. Örneğin, Büyükada’da yeşillikler içinde kaybolan evler yerine, yeşilin denizle birleştiği yere kondurulan bir beton blokla (Seferoğlu Tesisleri), kentsel dönüşüme karşı durulamadığı o cennet bölgede de yaşanmış. Adalar’ın 31 Mart 1984 tarihinde ve 2863 sayılı yasayla Kentsel ve Doğal SİT Alanı olarak koruma altına alınmış bir ilçe olduğunu bilmem hatırlatmaya gerek var mı?
Korkarım, denizin doldurularak, o dolgunun üzerine imarlaşma projelerine de bir gün sıra gelecek.
En komiği de bu olumsuz şartlardaki şehre alınmak istenen Olimpiyat Organizasyonudur. İçinde yaşayanların çektiği işkence yetmezmiş gibi, bir de yabancıları getirip bu işin içinden başarıyla çıkılabileceğini düşünmek, nasıl bir rahatlıktır? Bu konuda çok yazı yazdım. Olimpiyat komitesi bu kararı vermez, veremez. Bizim beceri eksiğimizden değil, şehrin imkânsızlığından.
Örneğin Barselona şehrinin nüfusu 1,5 milyondur. Olimpiyatlar esnasında o şehirde yaşayanları bile tatile gitmeye özendirdiler ve nüfusu azalttılar. 15 milyon nüfuslu İstanbul için ise bu mümkün mü?
Sanmayın ki bu çirkinleşme sadece İstanbul’a özgüdür. Arkasına Uludağ’ı almış Bursa şehrimize çevre yolundan, İzmir’e Kordon’dan bir bakın ve bu çıbanların şehrin yüzünü nasıl bozduğunu görün.
Sakın, “şehirler biterse yazlık bölgelere veya köye kaçarım” diye düşünmeyin. Örneğin, Kuşadası bitti, sıra diğerlerine geliyor. Dünyanın gözbebeği Antalya’da, güya koruma altındaki falezlerin üzerinde ticari yapılaşma başladı bile.
Köylü de şehirdeki betonarme binalara özenmiş. Hantal, kötü, sıvasız boyasız, “her sene bir kat daha çıkarım” diye demirleri yukarıya doğru açık bırakılmış çirkinliklere yol vermiş. Dur diyecek, proje önerecek bir yetkili kurum gören varsa haber versin, biz de öğrenelim. Bu talan da en çok o güzelim doğasıyla Karadeniz Bölgesinde yaşanıyor.
Rus’un, Alman’ın, Rum’un, İsviçrelinin kendilerine özgü mimari tarzlarını görüyoruz.
Peki bizim tarzımız ne?
Aç gözleri doyurmak üzere; ortaya karışık ve bol acılı her menü kabulümüz!
O zaman, ecdadımızın güzelliklere aşık ruhlarını incitecek, onların projeleri ile uyumsuz ve çevreye saygısız beton yığınları arasında kiminle yarışacağız?