Yıllardır kişi başına düşen millî gelirimizi artıramadığımız bilindiği halde buradan yapay bir başarı hikâyesi çıkartmak anlamsızdır. Dolayısıyla hangi konuda bu tarz tartışmalar yaşanıyorsa devreye hemen matematik ve istatistik girmeli ki; üzerine söylenecek başka söz kalmasın…
Yetkili bir ağızdan, “Yüksek gelirli ülkeler liginin eşiğindeyiz” sözünün çıkması da gerçeği değiştirmiyor. Zira TDK’ya göre ‘eşik’ kelimesinin anlamı, “Başlangıç noktası veya yakını” demektir. Oysa biz yüksek gelirli ülkeler eşiğinin çok uzağındayız. 13.846 dolar olan başlangıç noktasına ulaşmamız için 10.655 dolarlık gelirimizi yüzde 30 artırmamız gerekiyor. Bunun da en iyi şartlarda bile kaç senelik yol olduğunu aşağıda anlatmaya çalışacağım.
Önce 2022 yılına ait kişi başı gelirimizin 10.655 dolar olduğunun ve küresel ligde ilk 78 ülke arasında bulunmadığımızın altını çizelim. Daha hazin olan kısım ise 15 yıl önceki 11.018 dolarlık gelirin de (2008) gerisinde olduğumuzdur.
Dünya Bankası 1 Temmuz 2023 tarihinde ülkeleri gelirlerine göre gruplara ayırma işlemini güncelledi.
Buna göre;
• 1.135 doların altındaki ülkeler düşük gelirli,
• 1.136 – 4.465 dolar arasındaki ülkeler alt orta gelirli,
• 4.466 – 13.845 dolar arasındaki ülkeler üst orta gelirli,
• 13.846 dolar ve daha yüksek olanlar ise yüksek gelirli ülkeler olarak sınıflandırıldı. Bu son çıtayı (yüksek gelirliler) dünyada geçen 64 ülkenin bulunduğu da açıklandı. Bu ülkeler arasında biz yokuz. Ancak bu 64 ülke dışında, kendi grubumuzdan da önümüzde 14 ülke daha bulunuyor…
IMF Dünya Görünümü veri setine göre, Türkiye 2022 yılında 10.655 dolarlık kişi başı geliriyle dünya 79’unculuğuna gerilemiştir. 2001 ekonomik kriz yılında bile bu günkünden daha iyi bir sırada (78) bulunuyorduk.
Bize ait bir başka olumsuz rekor da 2013 – 2020 yılları arasında tam 7 yıl üst üste kişi başı gelirimizin düşmüş olmasıdır. Bunun 7 yıl boyunca kalıcı ve artan şekilde fakirleşme olduğunu kabul etmemiz lazım. Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir başka husus daha var. Fakirleşme ortalama anlamda sürerken, herkesin pastadan aldığı pay da küçülmüyor. Bazıları için (yüksek gelir grupları) porsiyonlarını büyütecek bir fırsat da sunuyor aynı tablo. Bunları yüzde 10 veya 20’lik gelir tablolarından ve değişen pay oranlarından görmek mümkündür. Hani halk arasında bir boş muhabbet vardır; “herkes sıkıntıdan söz ediyor ama bütün restoranlar, kafeler tıka basa doluyor” şeklinde tekrarlanan. Yani nüfusun yüzde 10’u olan 8-9 milyon kişiyi esas alıp, ay sonunu getiremeyen yüzde 90’ın önüne kanıt olarak koyuyorlar…
Bunun da istatistiğine bakalım. TÜİK veri setinde; 2014-2022 dönemleri arasında en üst gelir grubundaki yüzde 10’luk kesimin toplam gelirden aldığı pay 3,8 puan artarken, diğer 9 dilimin payı azalmıştır. En yüksek gelirli yüzde 10’luk nüfus dilimi ile en düşük gelirli yüzde 10’luk dilim arasında; 2014 yılında 11,6 kat olan gelir farkının (% 28,9 / % 2,5), 2022 yılında 14,2 kata kadar yükseldiği (% 32,7 / % 2,3) görülüyor. Bu da bir tarafın büyüyen pastadan daha büyük pay alarak zenginleştiğini, diğer tarafın ise azalan payıyla yoksullaştığını gösteriyor.
Dünya Bankası’na göre; bizim ve bize benzeyen ülkelerin sorunu ‘orta gelir tuzağı’dır. Bu o ekonomilerin, belirli kişi başına gelir seviyesine ulaştıktan sonra ileri gidemeyip aynı seviyede sıkışıp kalmalarıdır. Ülkemiz de maalesef orta gelir tuzağına yakalanmış bu tarz ülkelerden biridir.
Yapısal reformaları bir an önce devreye sokmadan, yerli ve yabancı yatırımcıları kendi lehimize harekete geçiremeyiz. Para ve maliye politikaları birbiriyle uyumlu ve kurallara uygun yürütülmelidir. Hukuk, eğitim, teknoloji, tarım alanlarındaki reformlar da kesinlikle ertelenmemelidir.
Araştırmalar, üst orta gelir düzeyinden yüksek gelir düzeyine geçişte zorlanan birçok ülkenin uzun yıllar burada takılı kaldığını göstermektedir. Dolayısıyla bu durum bir ülkenin yeterli ekonomik büyümesinin (nüfus artış oranından fazla) sürdürülebilir olmadığına işarettir. Yine aynı araştırma sonuçları, orta gelir tuzağına takılıp kalmanın nedenleri arasında eğitim sisteminin belli standartların altında kalması, beşerî sermayenin niteliksiz ve yetersiz olması, teknolojiyle ilgili faaliyetlerin geri planda bırakılması, uluslararası piyasada rekabet edebilir düzeyde ve kalitede üretiminin olmaması gösterilmektedir. (Kaynak: Sakarya Üniversitesi)
Sonuç olarak; bu kişi başı gelir ortalama bir değerdir ve yetersiz kalması da tek sorunumuz değildir. Yani yukarda anlattığım üzere bir yılda herkesin cebine 10.655 dolar girmez. Dolayısıyla bu gelirin nasıl dağıtıldığı daha da önemlidir. Refah düzeyinde belirleyici olan bu ikinci aşamadır. Gelir grupları arasındaki fark büyüdükçe gelir dağılımındaki adaletsizliğin boyutu da şekillenir. Ve de bununla asla övünülmez…
Son yıllarda dolar / TL kurunda TL aleyhine yaşanmış olan gelişmelerin, dolar cinsinden kişi başı millî gelirimizi olumsuz etkilediği bir gerçektir. Ancak bu kur etkisi için yönetim hatalarını görmezden gelemeyiz. Nitekim kimin icadı olduğunu bilemediğimiz, ‘fakirden, zengine servet transferi’ne yol açan Kur Korumalı Mevduat uygulamasının terk edileceği anlaşılıyor. Ancak bu o kadar kolay gerçekleşecek bir değişiklik değildir. Zira KKM hesaplarını TL mevduata dönüştürebilmek için beklenen enflasyon kadar faiz vermek zorundasınız. Aksi halde, dövize artan talep kuru ve enflasyonu uçurur. İşte bugün yanlıştan dönülse bile yolu uzatan son örnek de yıllardır süren negatif reel faiz uygulamasıdır.