En son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim; iki benzemeyen ülkenin veya iki benzemeyen şirketin kıyaslamasından sadece ‘kıyas kabul etmediği’ sonucu çıkar. Elbette merak edilirse sebepleri üzerinde durulabilir.
Buna rağmen bazı istatistiklerin, benzeşmeyen ülkeler tarafından aynı yöntemle çıkartılması var ki; malzeme aynı değil, süreç farklı, düzen farklı, alışkanlıklar aynı değil ama kullanılan ölçü standart!
Böyle bir kıyaslamadan da anlamlı sonuçlar çıkmaz. Ancak neden çıkamayacağının açıklaması çıkabilir. İşte benim bu yazıda yapmak istediğim de budur…
İlk örneğimiz işsizlik verileri ile ilgili:
TÜİK işsizlik verilerini Uluslararası Çalışma Örgütü ve AB İstatistik Ofisi standartlarına göre çıkartıyor. Ancak TÜİK klasik işsizlik oranı dışındaki işsizliği dikkate almıyor. Yani Şubat ayı için açıklanan yüzde 13.4’lük işsizlik oranı bizim gerçeğimiz sayılıyor.
Bu oranın içinde kimler var?
“İstihdam halinde olmayan kişilerden, iş aramak için son 4 hafta içinde aktif iş arama kanallarından en az birini kullanmış ve 2 hafta içinde işbaşı yapabilecek durumda olan çalışma çağındaki tüm işsiz kişiler” şeklinde tanımlanan işsizler var.
Peki bu oranın içinde kimler yok?
18 yaşını doldurmuş ama her 4 haftada bir İş Bulma Kurumu’na başvurmamış işsizler yok…
‘Zamana bağlı eksik istihdam’ olarak tanımlanan; “haftada fiili olarak 40 saatten az çalışmış ve mümkün olduğu takdirde daha fazla çalışma isteğinde bulunan” şeklinde açıklanan işsizler de yok. Yani cep harçlığı için bazı günlerde geçici işlerde 1-2 saat çalışanlar da işsiz değiller!
TÜİK iş aramayıp çalışmaya hazır olanların hepsini potansiyel iş gücü olarak gösteriyor ama fiilen işsiz olarak görmüyor. Yoksa TÜİK hesabı ile AB’nin hesabı birbirine uyuyor.
Peki sorun nerede?
AB’de işsiz kalan kişi iş bulma kurumlarına başvurduğu an, kısa zamanda işe kavuşacağına inandığı için bu işlemi bir defaya mahsus zamanında yapıyor.
Bizde öyle mi?
Ümitsiz işsizler; eş, dost, akraba kanalı ile amaca ulaşılabileceğine inandıkları için bu kanalı kullanmıyorlar. Üstelik kullansalar, bir sene boyunca 12 defa başvuruyu tekrar etmek zorunda kalıyorlar. Aksattıkları an işsiz sayılmıyorlar.
Bizim gerçek işsizlik oranımız; en geniş tanımlı gösterge olan âtıl iş gücü oranıdır ve aylara göre değişiklik gösterse de yüzde 30’a yakındır. Âtıl iş gücü; işsiz kabul edilenlerin, zamana bağlı eksik istihdamın ve potansiyel iş gücünün toplam oranını gösterir ve ülkemiz de bu yüzde 30’a iş bulmak durumundadır.
İkinci örneğimiz faiz oranları ile ilgili:
“Efendim bizde faiz lobisi devamlı artış istiyor, oysa dünyada negatif faiz uygulayan birçok ülke bulunuyor.” Evet cümlede haklı tespitler olabilir ama bizim gerçeğimizi yansıtmıyor.
Çünkü;
- Dünyada negatif faiz uygulayan ülkeler var ama enflasyonu da eksi oranlarda yaşayan 40’a yakın ülke var.
- Bizde yıllık enflasyon yüzde 16.2 olduğuna ve sürekli tırmandığına göre tasarruf sahibine artı reel faiz vermek gerekiyor. Verilmezse bankaya para gelmiyor, getirisi olmayan TL yerine de döviz ve altına kaçış oluyor.
- Ülkeler arasında enflasyon kıyaslaması yapılmadan faiz kıyaslaması yapılamaz. Enflasyonla mücadeleyi kaybeden faizi öder. Faizi ödemeyen döviz kurunu patlatır ve yüksek enflasyon da o ülkenin kaderi olur. Yani faiz acı ilaçtır ve enflasyon hastalığının sonucunda reçeteye yazılır. İlacın dozu da hastalığın şiddetine göre ayarlanır.
Üçüncü örneğimiz çok kullanılan bir söz ile ilgili:
“Almanya bizi kıskanıyor” diyerek Alman vatandaşını gülümsetmenin alemi yoktur. Yüzlerce dünya markasına sahip Almanya’nın, sadece tanınmış otomobil markalarına bu topraklarda gösterilen ilginin derecesi bile her şeyi açıklamaya yeter ama biz daha dar anlamıyla gülümseyen vatandaş açısından konuyu ele alalım. “İki ülkede iki alışveriş-2” başlıklı yazımda, Almanya – Türkiye arasında asgari ücretli tüketicilerin aynı alışverişi kaç kere yapabildiklerini belirtmiştim. Alman tüketicinin 17 defa tekrarlayabildiği alışverişin birebir aynısını Türk tüketici 5 defa tekrarlayabiliyordu. Satınalma gücünü gösteren böyle bir tablonun da kıyas kabul etmediği açıktır. Yukardaki kıyaslamayı 2 süpermarket zinciri arasında yapmıştım. “İki ülkede iki alışveriş-7” başlıklı yazımda ise Almanya – Türkiye kıyaslaması iki indirim market arasında gerçekleşmişti. Bu sefer denge bizim aleyhimize daha da bozulmuştu. Zira Türk tüketicisinin yine 5 defa tekrarlayabildiği alışverişi bu sefer Alman tüketici 20 defa tekrarlayabiliyordu.
Dolayısıyla başlıktaki ifadeyi anlamlı kılan sebep; sadece aradaki büyük satınalma gücü farkı da değildir. Görüldüğü gibi bizde süpermarket- indirim market fiyat farkı zaman içinde ortadan kalkmışken, Almanya’da iki format arasındaki yüzde 15 fark onlarca yıldır değişmeden devam ediyor. Bu farkın sebebi de Alman disiplinidir.
Bazı Belediyeler aracılığı ile kamu görevlisi olmayan kişilere verilen ‘hizmet damgalı gri pasaport’ marifetiyle ‘insan kaçakçılığı’ hangi ülkeye yapılıyor?
Genel istek üzerine toplandıkları yer Almanya…
Neden başka bir ülke değil acaba?
Bir başka örneğimiz Merkez Bankalarının kıyaslanması ile ilgili:
Gelişmiş ülkelerde bu kurumlar bağımsızdır. Alacakları kararlar önceden az çok tahmin edilebilir. Başkanları bir gece ansızın görevden alınmaz. Örneğin görev süresi 5 senelik dönemi kapsıyorsa, görevin bitiş tarihi çok önceden belli demektir. Bizde ise PPK toplantılarından çıkacak kararlar kolay tahmin edilemediği gibi Başkanın ne zaman ve hangi sebeple görevden alınacağı da önceden kestirilemiyor. Elbette koşulları bu kadar farklı olan kurumlar da kıyas kabul etmiyor.
Son iki örnekle bitirelim:
Geçen haftalarda Norveç Başbakanı pandemi önlemlerine uymadığı için ülkesinde soruşturmaya uğradı ve kendisine 20 bin kron (yaklaşık 19 bin TL) para cezası kesildi. Cezayı kesebilenle, benzer cezayı aklından bile geçiremeyen kıyaslanabilir mi?
Yerli kripto para borsası Thodex’in sahibi olan kişi topladığı paralarla yurt dışına kaçınca, mağdurlardan birisi üzüntüsünü paylaşmış. Diyor ki; “geçtiğimiz yıl 4 milyon liralık coin aldım. İlk zamanlar sorunsuz çalışıyordu, param katlanarak çoğaldı. En son 30 milyon lirayı buldu. Aksaklıklar yaşanınca paramı çekmeye çalıştım ama başarısız oldum.” Muhterem, bu kısa sürede koyduğu paranın 8 katını kumarhaneden bile alıp çıkamayacağını henüz kavrayamamış.
Banker Yalçın (19 yaşındaydı) olayında da Çiftlik Bank’ın tosuncuk (25 yaşındaydı) olayında da benzer soygunlar hep bizim ülkemizde yaşandı.
Acaba neden başka bir ülkede değil!
Kıyaslayacak ülke bulamadığım için biz bize dertleşmek istedim.