-Abi biz dünyalıyız.
-Biz de Sivaslıyız bacım, içinden.
Yabancı bir ülkeyi tek bir şehirden ibaret zanneder ya insan, bu topraklarda diye cümleye başlayan aydın kesimin çoğu da bu toprakları İstanbul’dan, Beyoğlu’ndan, o da tamamından değil, birkaç sokağından ibaret zannettiğinden, Sivas’ın öte tarafını bir bütün olarak düşünür. Bu öte taraf, bu işe biraz bozulduğundan memleketlisine tutunur hep büyük şehirde. Yardımlaşma, dayanışma dernekleri kurar. Şehrinden çıkıp meşhur olan sanatçıları, yetiştirdiği siyasetçileri endemik birer bitki gibi tanıtır her ortamda. “O da hemşerimizdir” diye böbürlenir. Bu öte tarafın bu davranışları taşralı ezikliği diye adlandırılıp yadırganır aydın kesim tarafından. Bu topraklarda diye başlayan cümleler kurulur üzerine.
Dünyalılık, enternasyonalizm filan nasıl olacaktır canım efendim bu halkla? İşleri zordur. Kendi yaşadığı şehrin arka sokaklarında ne olduğunu bilmeyen aydın, oturduğu masadan yeni bir dünya hayali peşinde koşar. Düşlerinde tabii. Hayat kendi mecrasında akmaktayken, dünya ise onun çevresinde dönmektedir. Bir süre sonra “herkes benim gibi olsa” diye düşünmeye başlar. Herkes bizim gibi olsa çözülür aslında bu iş. Bu kibir onu öyle bir yere getirir ki yerden yere vurduğu tek tipleştirme, ötekileştirme kavramlarının içini başka bir şekilde doldurduğunu belki de bile bile kendini ikna eder. “Herkes benim gibi olmalı” der. Türk, Müslüman, Sünni, erkek tanımlamalarının yanına bir tane de kendisi ekler: İzmirli!
Hüseyin Hatemi bir zamanlar sıklıkla katıldığı televizyon programlarında sürekli söylediği bir cümle ile yer etmişti hafızalarımızda: “O da Türk’tür”. Kızılderililer de İzmirliydi belki de. Değillerse de kendi istekleri ile gelip İzmirli olmuşlardır tarihin bir döneminde, bir gece ansızın. Bir gün herkes İzmirli olacaktır.
Nasrettin Hoca halkı tarafından çok sevildiğinden herkes onu kendi yaşadığı şehre mal etmeye çalışır. Herkesin hemşerisidir hoca. Akşehir’deki türbesinin her tarafı açıkken kapısında kilit vardır. Muktedirin ekmeğine yağ süren, o çok eleştirdiği yöntemleri kullanarak halkının kendi kalıpları dışında kalan kısmını dışlayan aydın da bütün kapıları açık, kapısı kilitli bu türbeyi andırmaktadır. Sadece yaşam tarzı solculuğu yapılarak kapı kilitlenmektedir.
Hoca, “dünyanın ortası eşeğimin bastığı yerdir” derken nüktedanlığını konuşturuyordu. Şimdilerde kendi bulunduğu yeri dünyanın merkezi zanneden çoktur. İnanmayan varsa buyursun ölçsün denilmektedir öte tarafa.
Bozkırın tezenesi yalan dünyadan ustasının ayak ucuna gömülmeyi dileyerek göçmüştür. O büyük usta sağlığında cenazesinin on binler tarafından uğurlanacağını biliyordu elbette. Kibir sarmamıştı her yanını. Neşet Ertaş’ı sadece İzmirli olduğu zaman sevebilmek onu Cem evi yerine ısrarla camiden uğurlamayı, tabutunun üstüne Kırşehir Belediyesi reklamı almayı gerektirir. İkisi de Neşet Ustayı kendinden olduğu zaman umursamakta, ancak o zaman benimseyebilmektedir. Her şeyin kendisini karşıtında buluyor oluşu bu meselede bir yek vücut olma hali ile sonuçlanmıştır. Taşralının yaptığını eziklik olarak görüp aşağılayan büyükşehirli, aynı şeyi bu kez kendisi “bir güzellik varsa muhakkak bana benzemektedir, bendendir” zihniyetiyle yapmakta, şehirliliği özgürce rakı içebilmeye indirgemektedir. Yeni bir taşralılığın içinde olduğunun farkında olmadan.
Beni böyle sev seveceksen. Yoksa, “Kılma cenazemi lazım değilsen”.