Şunu en başta vurgulayalım: İster devlet ister devletle savaşan bir örgüt; kim yapmış olursa olsun, sivil halkı hedef alan silahlı eylemler terör eylemidir. Köylerde, kasabalarda, kentlerin en kalabalık caddelerinde meydanlarında, stadyumda parkta vs yerlerde bomba patlatmak, sivilleri kurşunlamak tartışmasız terör eylemidir, insanlık suçudur. Siyasi mesaj amacı taşıması o eylemi terör eylemi olmaktan çıkarmaz.
İstanbul İstiklal Caddesi’nde altı kişinin katledildiği onlarca kişinin yaralandığı bombalı saldırı hiç tartışmasız terör eylemidir. Saldırının haberi ekranlara düşer düşmez akla ilk PKK’nin veya IŞİD’in gelmesi de nedensiz değildir. Çünkü her ikisi de bu tür terör eylemlerinin olağan şüphelisidir, sicil kayıtları terör eylemleriyle fazlasıyla doludur.
***
RESMÎ AÇIKLAMALAR NE KADAR İNANDIRICI?
Resmî açıklamaya göre bombayı “PKK/PYD/YPG’nin özel istihbarat elemanı” olarak eğittiği kadın patlatmış. Kadın “Talimatı Kobanê’den alıp Afrin üzerinden Türkiye’ye girdiğini” itiraf etmiş. Yakalanmasaymış öldürülecekmiş ya da Yunanistan’a kaçırılacakmış…
İktidar ve medyada üslenmiş besleme kalemşorlar resmî açıklamalara inanmamızı istiyorlar ama resmî açıklamayı şüpheyle karşılamak için yeterince deneyimliyiz. Geçmişte benzer nice terör eyleminden sonra o kadar çok yalan söylediler, kamuoyunu o kadar aptal yerine koydular ki, terörü önlemek ve güvenliği sağlamakla resmen görevli olanların bile terörün neresinde olduklarına ilişkin şüphe zihnimizi hep meşgul etti.
İstiklal Caddesi saldırısının kendisi ve saldırıya ilişkin resmî açıklamalar da bir dizi çelişki ve yanıtlanmaya muhtaç onlarca soru içeriyor. Esasen resmî açıklamaların bunca soruyu akıllara düşürmesi başlı başına bir sorundur; ülkenin nasıl uğursuz senaryolara provokasyonlara açık olduğunun işaretidir. İktidarın, PKK’nin (veya IŞİD’in) yanıltmalarına manipülasyonlarına provokasyonlarına karşı zihnimizi bilincimizi berrak tutabilmek için kuşkulanmaktan sormaktan başka çare yoktur.
***
YANIT BEKLEYEN SORULAR
Eylem kararını gerçekten PYD/YPG mi verdi? Bölgede ABD’nin şemsiyesi altında barınabilen PYD/YPG, (tam da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD Başkanı Biden ile yapacağı görüşmenin hemen öncesinde) hamisini zor durumda bırakacak bir adımı atmış olabilir mi?
İktidar seçimler öncesinde Suriye Kürtlerine operasyon yapmak istiyor, ancak bunun için ABD’den beklediği izni alamıyor da sınır ötesi operasyonun altyapısı mı hazırlanmak isteniyor?
PKK’nin (aradan 24 saat geçtikten sonra olsa da) İstiklal Caddesi saldırısını sahiplenmemesi ne anlama geliyor? PKK’nin “biz yapmadık” demesi elbette kendisini aklamaya yetmez. Örgüt zaten “PKK böyle bir şey yapmaz” dedirtecek sicile sahip değil; geçmişte bu tür saldırıları doğrudan ya da dolaylı olarak sahiplendiğini belirtmeye gerek yok.
Resmî açıklamada öne sürüldüğü gibi saldırı PKK tarafından gerçekleştirildiyse, eylemci kadın öldürülecek idiyse, sonradan öldürmek yerine neden ‘intihar eylemcisi’ kullanılmadı?
Resmî açıklamada öne sürüldüğü gibi eylemci kadın “PKK/PYD/YPG’nin özel istihbarat elemanı” olarak eğittiği bir militan ise, neden kamuflaj kıyafetiyle eyleme gönderildi; bombayı bıraktıktan sonra neden hızlıca kaçarak kendisini belli etti? Eylem kıyafetini yok etmek yerine, delil olmak üzere neden kaldığı eve kadar taşıdı? Kadının eylem tarzı ve yakalanma biçimi hiç de “özel olarak eğitilmiş istihbarat elemanı” tanımına uymuyor. Selahattin Demirtaş’ın ifadesiyle “Bombacı diye yakalanan, istihbarat eğitimi aldığı duyurulan ve ‘her şeyiyle’ ‘İşte buradayım, beni yakalayın’ diyen, yakalandığında da şaşkın ördeğe dönüp üstüne New York yazılı tişört geçirilip fotoğraf çektirilen kişi gerçekte kim? Bu katliamı kimin adına yaptı?”
Eylemci kadının giysisindeki ‘New York’ yazısından Amerikan bağlantısı kurulabildiğine göre aynı mantıkla cep telefonundaki arama kayıtlarından hareketle bir MHP ilçe başkanı da göz altına alınmış olmalıydı. Öyle ya; değil arama kaydı, telefonun aynı bölgede sinyal vermesinin bile mahkumiyete yeterli delil sayıldığı bir ülke burası. Arama kaydı MHP ilçe başkanına değil de HDP veya başka bir muhalefet partisinin ilçe başkanına ait olsaydı, neler olurdu neler? Canlı yayın araçları eşliğinde operasyon, muhalefeti terörle eşleyen resmî açıklamalar, muhalefeti şeytanlaştıran besleme medyatörler vs…
Hürriyet gazetesi yönetmeni, “bomba patlar patlamaz akla ilk olarak seçimi getirmenin insanlıktan çıkmak” olduğunu yazmış. O da biliyor ki, bomba patlar patlamaz akla hemen seçimin gelmesi nedensiz değil. IŞİD’in 10 Ekim 2015 Ankara Katliamı’ndan sonra dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu “Ankara’daki terör saldırısı sonrasında anket yaptık, kamuoyunun nabzını tutuyoruz, oylarımızda yükseliş trendi var” demişti. Bu sözler terörist saldırılardan en çok kimin medet umduğu, kimin çıkar sağladığı sorusunun yanıtıdır. Bilinir ki, demokrasiye kapalı faşizme açık iktidarlar terörden beslenirler, sorgulama güdüsünden yoksun yığınlar nezdindeki meşruiyetlerini terör sayesinde kazanırlar. Öyle ki, 251 kişinin katledildiği darbe girişimi bile (daha girişim bastırılmamışken) “Allah’ın lütfu” sayılmıştı.
***
‘GÜVENLİ BÖLGE’NİN GÜVENSİZLİĞİ
Sorular çelişkiler dizisi uzatılabilir. Kısaca değerlendirmek gerekirse: Kürt sorunu çözümsüz bırakıldıkça bu tür terör eylemlerinin gündemden çıkmasını beklemek boşunadır. AKP iktidarının Kürt meselesini barışçı çözüme kavuşturmak yerine Suriye ve Irak sınırlarından öteye 30 kilometre derinliğinde “güvenli bölge” oluşturma politikası çözüm değil çözümsüzlüktür.
ABD’nin Irak ve Suriye’deki rejimi değiştirme politikalarına ve savaşlarına (Osmanlı’yı diriltme ve Şam’da zafer namazı rüyasıyla) taşeronluk, ABD ile birlikte “eğit donat” projesiyle cihatçı örgütler ve ordular kurmak, sınır kapılarını bunlara teslim etmek, Suriyeli Kürtleri düşman saymak çözüm getirmedi; tersine, Türkiye’deki çözümsüzlüğü daha geniş bir coğrafyaya taşıdı. Alt emperyalist refleksle Ortadoğu’daki savaş girdabına dalmak, Türkiye’yi Ortadoğu’nun Asya’nın Afrika’nın çöplüğüne çevirdi; Afganistan, Irak, Suriye gibi terör saldırılarının eksik olmadığı bir bölge ülkesi haline getirdi.
Erdoğan iktidarının hedeflediği güvenlik şeridi, İdlib’ten başlayıp İran-Türkiye-Irak üçgenindeki Kandil dağlarına uzanıyor. Güvenli bölge politikasından vazgeçip TSK’yi geri çekmek de bu bölgeleri terör kaynağı olmaktan kurtarmayacak; bu kez Erdoğan iktidarının beslediği cihatçı çeteler terörü Türkiye’ye taşıyacaklar. Halihazırda zaten terör üretiyorlar. Öyle ki, mabeyin yazarı Abdülkadir Selvi, Afrin harekâtı sonrasında Erdoğan’ın “Afrin’e ÖSO ile birlikte girdik. Ancak bazı gruplarda ganimet gibi bir anlayış var” dediğini yazmıştı (Hürriyet, 22 Mart 2018).
Bugün de bölgeden gelen haberlere göre Afrin’de, maaşlarını Türkiye’nin ödediği Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) bayrağı altındaki gruplar, her türlü gayrimeşru işlere bulaşmışlardır. Ganimet, ev baskınları, yağmalama, kaçakçılık, fidye için adam kaçırma suçları birbirini izlemektedir. Hatta ÖSO içindeki gruplar kirli kazanç uğruna birbirleriyle de çatışmaktadırlar. Hattanın da ötesi, geçen ağustos ayında Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun “Muhalefetle Suriye’deki rejimi bizim bir şekilde anlaştırmamız lazım. Aksi takdirde kalıcı barış olmaz” açıklaması sonrası sokağa çıkan ÖSO çetecileri Türkiye bayrağı yaktı, TSK’nin araçlarını taşladı…
Bitirirken vurgulamalı ki, iktidar yetkilileri ve besleme medyatörleri istedikleri kadar resmî açıklamalara inanmamızı tavsiye etsinler; İstiklal Caddesi saldırısı bağımsız bir kurul tarafından soruşturulmadıkça, zihnimizi meşgul eden sorular geçerli bir yanıt bulamayacak. Sınır ötesi askeri operasyonlar ve “güvenli bölge” politikası çözüm değil çözümsüzlüktür. İktidar yetkilileri istedikleri kadar “ayakkabı numaralarına kadar biliyoruz, terörle mücadelede başarı üstüne başarı” propagandası yapsınlar, Kürtler özgür değilse, Türklerin sahip oldukları haklara sahip değilse, ne saldırılar biter ne de terör. Belki slogan olacak ama Kürtlere özgürlük ekmek barış demokrasi yoksa siyam ikizi ağabeyi kardeşi Türklere de yoktur!
Türkiye’deki Amerikan üslerini ve işbirlikçiliği görmeyip, Amerikan yardımını Suriye Kürtlerinin başına kakarak “Amerikan silahıyla birbirimizi vurmayalım, kucaklaşalım” çağrısı ve propagandası yapmak da en hafif deyişle siyasi oportünizmdir.