Geçtiğimiz hafta Türkiye’nin birçok bölgesinde uzun süreli elektrik kesintileri yapıldı. Saatlerce karanlıkta kalan yerler oldu. Elektrik kesintileri nedeniyle, nükleer enerji yine gündemde ilk sıralara taşındı. Kabul etmek gerek, elektrik üretimimiz ihtiyacımızı karşılamaktan çok uzak. Yatırım yapılmaz, elektrik enerjisi üretimi artmazsa, geçmiş yıllarda yapılan programlı kesintiler kapımızda. Durum böyle olunca, nükleer enerjiyi savunanlara da gün doğdu. Onlara göre, karanlıkta kalmamamızın tek çaresi nükleer enerji santraları. Başka da çözüm yok. Kuracaksınız nükleer santralı, elektrik sorunu çözülecek. Nükleer enerjiyi savunanlar, belli ki doğal enerji kaynaklarımızdan habersizler.
Çoruh, Zap Suyu ve diğerleri
Yıllar önce Elektrik İşleri Etüt İdaresi için bir film çalışması yaptık. Jeofizik mühendisi Cihangir Ergene ile birlikte karış karış bütün akarsu havzalarımızı dolaştık. Geceleri EİEİ kamplarında konaklıyorduk. Kamplardan birinde mühendis arkadaşlardan biri, Zap’ın delice akan suyuna bir otomobil dinamosu sallandırmış, bu dinamonun ürettiği elektrikle aküleri dolduruyor ve kampın aydınlanmasını sağlıyordu. O kadar deli akıyordu ki su, başka bir şey yapmaya gerek kalmadan kendi hızı yetiyordu dinamoyu çevirebilmek için. Zap Suyu o kadar dik, o kadar yüksek kayalıkların arasından akıyordu ki, güneşi görebildiğinizde saat neredeyse öğlene yaklaşıyordu. “İlle de nükleer santral” isteyenlerin, özellikle Zap Suyu ve Çoruh havzasını görmeleri gerekli. Yanlış hatırlamıyorsam Zap Suyu kenarındaydık. Cihangir Ergene, “Yalnızca bu havzada kaç adet doğal baraj yeri var tahmin et” dedi. Çekine çekine “20-25 olabilir” diyerek bir tahminde bulundum. Güldü ve “Tam 102 adet” dedi. “Sondajlarını tamamladığımız, yerine karar verilmiş tam 102 doğal baraj yeri var bu havzada. Doğa yapısı o kadar uygun ki, kayalıkların arasına bir bend çektiğinde baraj hazır. Elektrik de üretirsin, sulamada da kullanırsın.”
Bu inat neden?
Barajların bizim gibi nüfusunun önemli kısmı kırsal alanda yaşayan ülkelerde yaşamsal önemi var. Belki de en verimli topraklarımız, Harran ovası. Harran denilince aklımıza susuzluktan çatlamış, yarılmış topraklar gelirdi aklımıza. Atatürk barajı değiştirmedi mi o toprakların kaderini? Yıllardır gözümüzün önünden çığlıklar atarak akıp gidiyor Zap Suyu, Çoruh… Biz ne yapıyoruz? “Su akar, Türk bakar” sözünü haklı çıkarmak için yarışıyoruz. Barajları yapacak kaynaklarımız var, kimseye muhtaç değiliz. Türk inşaat firmaları yabancı ülkelerde baraj üstüne baraj yapıyorlar. Hidroelektrik santralarının yapımı da öyle. Akan su bizim, dışarıya bağımlı değiliz. O zaman neden bu inat? Türk mühendisleri 70 yıldır enerji kaynaklarımızı inceliyorlar, yaz demeden kış demeden canlarını ortaya koyarak çalışıyorlar. Rüzgâr enerjisinden güneş enerjisine, biyolojik enerjiden hidrojen enerjisine kadar yararlanabileceğimiz her şeyi inceliyorlar. Türkiye’nin her santimetrekaresini avuçlarının içi gibi biliyorlar. “Nükleer santral” dediğiniz zaman tüyleri diken diken oluyor hepsinin. Çünkü riskleri bir tarafa, nükleer enerji üretimi demek, ABD’ye bağımlılık demek aynı zamanda. Bakanlar Kurulu’nun onayladığı nükleer işbirliği anlaşmasıyla, kullanacağınız uranyumun miktarına da, hangi düzeyde zenginleştirilmiş olacağına da ABD karar verecek.
Çernobil demek kanser demek
26 Nisan 1986… Bu tarih, nükleer santral yanlılarına bir şey anlatmıyorsa, söylenecek söz yok! Binlerce bilimsel araştırma yapıldı Çernobil kazasından sonra. Hepsinin birleştiği nokta, radyasyon yüklü bulutların uğradığı her yerde kanser vakalarının arttığı. 20 yıl geçti, Çernobil hâlâ tehlike saçıyor. Çernobil’de bulunan 180 ton nükleer yakıtın yaydığı yüksek radyoaktiviteyi engelleyebilmek için 250 bin ton beton kullanıldı. Yetmedi, çünkü zaman içinde bu beton zırh da çatlamaya başladı. Tekrar beton bir zırhla daha kaplanması gerekiyor ama maliyet çok yüksek olduğu için yapılamıyor.
Çinko kaplı tabutlar
Çernobil kazasında aşırı radyasyon nedeniyle ölenlerin cansız bedenleri bile radyasyon saçıyordu. Derin mezarlar kazıldı, kalın betonlar döküldü… Çinko kaplanmış tabutlar içinde gömüldüler. Çocuklarımızın, bizden sonraki nesillerin aynı akıbetle karşı karşıya kalmamaları için, nükleer santralarla asla izin vermemeliyiz. Nükleer santral yapılmasına izin vermek, seyirci kalmak bu ülkeye ihanettir.
Ve bir dostun ardından…
Sevgili Mehmet Akan da aramızdan ayrıldı. Yazdı, yönetti, oynadı… Söylenecek çok sözü vardı, sakınmadı… Yıllardır çok şey söyledi bizlere. Ama eminim en çok heyecanlandığı, mutlu olduğu oyun, kendisinin yazdığı ve yönettiği “Bedreddin”di (2004-2005, Taksim Sahnesi). “Armut dibine düştü” diyordu, biricik kızı Şirvan sahnedeydi nihayet. Bıraktığı yerden o devam edecek, söyleyemediklerini o söyleyecek artık…