Yıl 1992. Barcelona Olimpiyatlarındayım. 2000 yılı organizasyonunun nerede olacağı henüz belli değil. Bizim Olimpiyat Komitesinin hazırlattığı ve bizlere dağıttığı “İstanbul 2000” tişörtleri üzerimizde, Barcelona sokaklarında geziyoruz.
Ahali bakıyor ve “sahi mi?” diye inceden takılıyordu.
O gün orada gördüklerimle yaptığım kıyaslamada bir sonuca ulaşmıştım: Bize Olimpiyatı vermezler.
O günden bugüne kadar tam 5 Olimpiyatın yeri belli oldu. Biz hep adaydık ve bu önemli organizasyonu henüz alamadık.
Oysa önemli avantajlarımız vardı: İki kıtada birden yer almak, ilk düzenleyecek Müslüman ülke olmak, şimdiye kadar hiç olimpiyat düzenlememiş olmak…
Birde benim inancım; bütün fiziki şartları sağlayabilecek, organizasyonu da dört dörtlük gerçekleştirebilecek beceriye sahip olduğumuzdur.
Peki buna rağmen neden vermiyorlar?
Çünkü olimpiyatın ruhundan uzağız. Küresel anlayış ile mesafe farkımız var.
Büyük şair Can Yücel bir şiirinde bunu çok güzel anlatmış:
“En uzak mesafe ne Afrika’dır,
Ne Çin,
Ne Hindistan,
Ne seyyareler,
Ne de yıldızlar geceleri ışıldayan…
En uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir birbirini anlamayan…”
Şimdi ayrıntılara girelim. Dünya sporunda ırkçılık ve ahlaki sorunların nasıl cezalandırıldığı ortadadır. Gerçi yıllar önce o büyük insanın; “Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim” şeklinde ortaya koyduğu milli anlayışımız da buna paraleldi ama gerilerde kaldı. Dopingin, şikenin olmadığı yıllarda güreş minderlerinde esen, sayısız Olimpiyat ve Dünya şampiyonlarını bu anlayışla şeref kürsülerine taşımıştık.
Şimdi ise doping olaylarında rekor kıran bir ülke haline geldik. Atletizm, halter ve hatta ata sporumuz Kırkpınar yağlı güreşleri başı çeken branşlarımız oldu. Sadece birkaç bireysel teşebbüs olsa, dünyanın her tarafında rastlanabilir der geçerdik.
Küçük yaştaki sporculara sirayet ettiğini öğrendik. “Sporcu ceza alıyor yetmez mi?” diyenlere rastladık. Yetmez. Antrenörler hâlâ görevlerinin başında. Bu sporcular hangi bilgileriyle bu sihirli iksirlere ulaşıyorlar acaba? Birileri bizi gözetlerken, sporumuzu yönetenler kendilerini aldatmaya devam ediyorlar.
Son yıllarda futbolda yaşadığımız şike olayları da anlayış farkımızı apaçık ortaya koydu. “Şike sahaya yansımadı” gibi bir pişkin görüşün, hangi bilirkişiye ait olduğu anlaşılamadı. Ancak futbol federasyonumuz bu bahaneye hemen sımsıkı sarıldı.
Hırsız eve girmiş, çuvalına şamdanları ve kıymetli eşyaları doldurmuş, tam kapıdan çıkacakken ev sahibi uyanmış ve hırsızlığı gerçekleştiremeden yakalanmış.
Sahaya yansımadığı için bu suç cezasız kalacak öyle mi?
Evet bizde öyle, işinize gelirse!
“Kişilerle kurumları ayıralım” bir diğer garip görüştür. Sanki kişiler olmadan kurumlar istediği gibi hareket edebilecek canlı varlıklardır.
Kişiler bu suçu işlemese, kurumların müzesine o şaibeli kupalar girebilir miydi?
Neticede bu saçmalıklara takılmayan yüce mahkeme kararını verdi, UEFA disiplin kurulu ve tahkim kurulu cezaları kesti. Bizim federasyon ise hala kış uykusuna devam etmekte.
Şimdi de internet üzerinden kendi halkına hakaret yağdıran ve Ermeni vatandaşlarımızı aşağılayan bir sporcu müsveddesi türedi. Hadi bu terbiyesizlik kendi dünyası ile sınırlı kalsa ve en azından kınansaydı, savunacak tarafımız olurdu. <
Oysa ödülü; Akdeniz Oyunlarında bayrağımızı taşıtmak olmuştur. Televizyon için hazırlanan bir kamu spotunda örnek sporcu gibi lanse edilmiştir.
Benzer olay, Londra Olimpiyatlarından önce Yunanistan’da yaşandı. Yunan kadın üç adım atlamacı Vaula Papachristou, oyunlardan hemen önce, ülkesindeki Afrikalı göçmenleri aşağılayan tweetler atmıştı. Cezası, olimpiyat kadrosundan çıkartılmak oldu. İşte fark bu kadar açıkken, hangi anlayışa olimpiyat verilmeyeceği de o kadar nettir.
Bakın trafik sorununa ve seyircisizlik sorununa hiç değinmedik, çünkü bunlara sıra gelmez.
Evet, anlayış “ne pahasına olursa olsun başarı gelsin” olunca; memlekette olimpik seyirci de yaratamazsınız. Onun için bizde sadece taraftar vardır, seyirci yoktur.
İşte Akdeniz Oyunları ve U-20 Dünya Futbol Şampiyonalarındaki tribün başarısızlıkları.
Diğer yandan Alman Futbol Federasyonunun yıllardır illallah dediği, bizim takım taraftarlarının müsabakaların oynanmasına izin vermeyecek şekilde olay çıkartmaları ve sahaya girmeleri. En son örnek Beşiktaş- St Pauli maçında yaşandı ve hakem maça ara vererek soyunma odasına gitti.
Elbette bu fanatik yaklaşımda aynen yukarıdaki sebepler gibi olimpiyat ruhunu bozan ve hoş görülmeyen hususlardır.
Yoksa bizim çok güzel açılış kapanış töreni düzenleyebileceğimizi ve spor tesislerini en iyi şekilde yapabilecek imkanlara sahip olduğumuzu biliyorlar. Diğerleri için emin değiller. Spor ahlakından sınıfta kalıyoruz. Bilmem anlatabildim mi?