Orhan Kurmuş’la uzun yıllara dayanan bir tanışıklığımız var. Kendisini 1972 yılında, Londra’da doktora eğitimi yaptığı sırada tanımıştım. O dönem eğitim için İngiltere’ye gelmiş sol eğilimli birçok arkadaş gibi Orhan Kurmuş da İngiltere Türkiyeli İlericiler Birliği (İTİB) üyesiydi. Daha sonra Türkiye’ye dönerek değişik alanlarda önemli çalışmalara imza atan İTİB üyeleri arasında yazar ve çevirmen Cavlı Çulfaz, Marksist yazar ve siyasetçi Haluk Yurtsever, Prof. Dr. Fikret Şenses, Prof. Dr. Zafer Toprak da vardı.
Orhan Kurmuş’un uzmanlık alanı ekonomidir. ODTÜ Ekonomi ve İstatistik Bölümü’nü bitirdikten sonra doktorasını İngiltere’de tamamlamış; 1973 yılında Londra Üniversitesi’nden doktor unvanı alarak ODTÜ’de çalışmaya başlamıştır. Ancak 1980 darbesinin ardından kurulan YÖK’ü protesto ederek üniversiteden ayrılmış ve özel sektörde üst düzey yöneticilik görevlerinde bulunmuştur. Bu arada Emperyalizmin Türkiye’ye Girişi ve İktisat Tarihinin Doğuşu adlı iki değerli araştırma kitabına da imza atmıştır. Kitaplarının yeni baskıları Yordam Kitap tarafından yapılıyor.
* * *
Orhan Kurmuş’un önemli bir özelliği de Türkçeye duyduğu derin ilgidir. Titiz bir okur olarak yayın organlarını zaman zaman eleştiri bombardımanına tutar. Dili biraz sivridir, sözünü hiç sakınmaz. Onun kimi eleştirilerine köşemizde daha önce yer vermiştik. Bu hafta yine hayli yüklü bir eleştiri ve uyarı demetiyle konuk oluyor “Dilin Kemiği”ne:
“Sevgili Attila, BirGün gazetesindeki köşende söz etmen dileğiyle bazı gözlemlerimi
aktarmak isterim. Yayın organlarına söz anlatamıyoruz! Belki seni dinlerler de kendilerine biraz çekidüzen verirler…
İzlediğim muhalif yayın organlarının (BirGün, Cumhuriyet gazeteleri ile Halk TV ve Tele1) sürekli olarak liyakatten söz etmeleri beni bıktırdı. İşin ehline verilmesi elbette özlenen, beklenen bir şey. Ama bu yayın organları dönüp neden kendilerine bakmıyorlar? İşleri ehline mi verdiklerini düşünüyorlar acaba?
Birkaç örnek vereyim: Halk TV ve Tele1‘de ekranın altında sürekli akıp giden yazıları okuyor musun? Ben okumaya çalışıyorum; bazen saçımı başımı yolacak hale geliyorum. Bu yazıları yazan kişilerin Türkçe bilmediği apaçık. Denetleyen de mi yok? Hele Tele1‘de bu yanlışlar sayfalar dolduracak kadar çok. Ayrıca Tele1‘de herhalde dünyanın en uzun haber bültenini izliyoruz. Reklam aralarıyla birlikte tam 1 saat 45 dakika sürüyor. Haberleri okuyan, daha doğrusu okuduğunu sanan hanımefendi, sık sık, ‘Bunu da belirtelim’, ‘Bunu da söylemiş olalım’ gibi -bir haber bülteninde asla yeri olmaması gereken- cümleler kuruyor.
Hem gazetelerde hem televizyon kanallarında insanı bıktıracak kadar sık tekrarlanan bir klişe de ‘ifadesini kullandı’, ‘ifadesinde bulundu’ gibi gariplikler. Sanki bir rafta çeşitli ifadeler var, birisi o ifadelerden birini çekip alıyor ve kullanıyor. Geçenlerde bir yazı okumuştum. İngilizcede ‘dedi’ ve ‘söyledi’ anlamına gelen tam 216 fiil varmış. Türkçede kaç tane var bilmiyorum ama bizimkiler ‘dedi’, ‘söyledi’, ‘ileri sürdü’, ‘belirtti’ vb. fiiller yerine her nedense böyle bir garabette ısrar ediyorlar ve bunu yaparken Türkçenin canına okuduklarını hiç mi hiç düşünmüyorlar.
Son olarak bir de İBB Televizyonu’ndan söz edeyim. Nasıl su tasarruf ederiz konulu ve galiba İSKİ ile birlikte hazırlanan bir öneriler listesini yayımlayıp duruyorlar. Diyorlar ki, eğer duş sürenizi bir dakika kısaltırsanız yılda 18 ton su tasarruf edersiniz. İstanbul’da
her gün duş yapabilme olanağına sahip kaç kişi vardır bilmiyorum ama bu önerinin doğru olabilmesi için duş yaparken dakikada 49 litre su kullanmak gerekir. Bu nasıl bir hesaptır? Bu nasıl bir duştur? Gezi‘de halkın üstüne basınçlı su fışkırtan TOMA’lar gibi bir duşa sahip herhalde bu hesabı yapanlar!
Muhalefetin pısırıklığından sürekli şikâyet ediyoruz. Muhalefet de sürekli liyakatsizlikten yakınıyor. İyi güzel de bu verdiğim örneklere bakarak, kendileri acaba işleri layık olana mı
yaptırıyorlar diye sormaktan alamıyor kendini.
Vaktini aldım, kusura bakma. Bu eleştiri ve uyarılarımdan köşende söz edersen sevinirim.
Gözlerinden öper, sevgiyle kucaklarım.”