Esasında çevreye bakışımız da sorunludur ama her başlığı ayrı ele almak gerektiğinden bu günkü konumuz sadece plastik ile sınırlı kalmalıdır.
Bir taraftan bütün Avrupa’nın plastik çöpü ülkemize toplanırken, diğer taraftan vatandaş daha az plastik kullanmaya teşvik edilebiliyor.
Çelişkinin derecesini anlaşılır kılmak için rakamlarla destekleyelim…
2020 yılında ithal ettiğimiz plastik çöpün miktarı 660 bin ton. Yani her gün 241 kamyon dolusu çöp ülkemiz sınırlarından girmiş bulunuyor. Eş zamanlı olarak vatandaşa da 1 yıl içinde alışveriş poşetini daha az kullandığı anlatılarak 150 bin ton plastik tasarrufu sağlandığı müjdesi veriliyor. Yani tasarruf edildiği söylenen miktarın 4.5 katı kadar ülkemize çöp geldiği bilindiği halde…
Bitti mi?
Her ülke kendi çöpünü geri dönüştürmeye çalışırken; biz kendi çöpümüzü ayrıştırma ve geri dönüştürmede yetersiz kaldığımız gibi bu konuda Avrupa sonuncusu olmuşuz. Yetmemiş, hiçbir ülke başkasının çöpünü geri dönüştüren işletmeye teşvik vermezken biz bunu da gerçekleştirmişiz.
Devlet yatırım teşviği verince, ithalat yapan firmalara vergi muafiyeti getirince işletme sayısı mantar gibi artmış. Sonra da daha fazla hammadde (ithal çöp) ihtiyacı belirmiş.
Kağıt, cam, metal ve plastik atıklar bizim ülkemizde ayrıştırılamıyor. Bu hizmeti sokaklarda gördüğümüz sosyal güvenceden yoksun çöp toplayıcıları yapıyor. Sistemin kayıt altına alınma ihtiyacı yanında, ithalattan vazgeçirecek seviyede ayrıştırma ihtiyacı da kenarda bekliyor…
Yani öncelikle teşvik edilmesi gereken süreç ayrıştırma faaliyeti oluyor.
Ülkemizde 1350 adet plastik geri dönüşüm tesisi olduğunu öğreniyoruz. Keşke sayı bu seviyeye çıkmasaydı da, kendi ihtiyacımız kadarı (örneğin 150 adet) yeterli görülseydi ve ithalata gerek duymadan sektörün geri dönüşüme hazırlık hızına paralel olarak büyüme gerçekleşseydi daha uygun olmaz mıydı?
Devletin, plansız yatırımların kârını garanti etmek gibi bir mecburiyeti yoktur. Oysa devletten istenen tam da budur.
Mesela yarın bu sayı arttıkça bütün dünyanın çöpüne biz mi talip olacağız?
Nitekim 2 sene önce PAGDER (Plastik Sanayicileri Derneği) açıklamıştı; “Plastik geri dönüşümü alanında lisanslı işletme sayısı 1039 iken, üretim kapasitesi 850 bin tondur. Sektör mevcut büyümesini sürdürürse 2030 yılında 4,3 milyon tona ulaşacağız” demişlerdi. Yani bu işin sonunun olmayacağı, ucu açık bir şekilde hammaddeye, ne kadar uzakta olursa olsun ulaşılabileceği garanti görülüyordu!
Bunun da serbest piyasa düzeni olarak takdimi ile birlikte!
İthalat serbestisi adına özgüvene bakar mısınız?
Son iki sene içinde bile 300’ü aşkın yeni işletmenin devreye girdiği anlaşılıyor.
İthalatçılar ‘çöp’ sözüne kızıyorlar ve ‘geri dönüşüm malzemesi’ denmesini istiyorlar. Peki geri dönüşüme gitmeyip doğaya terkedilen ve yakılan maddelere ne isim vereceğiz?
Sadece 2021 yılının ilk 6 ayında 68 yangın olayı gerçekleşmiş. Geçmiş senelerde de boş yok. Neticede, yakılan çöplerin çevreye zarar vermesi nedeniyle 2 ay önce getirilen polietilen ithalat yasağı tekrar serbest bırakıldı.
İki ay içinde değişen neydi acaba?
Bilmiyoruz. Sermayenin lobi gücü galip gelmiş olabilir ama bu da çelişki gerçeğini değiştirmez. Peki halk sağlığı bunu dengeleyemez miydi?
PAGEV (Türk Plastik Sanayicileri Araştırma Geliştirme ve Eğitim Vakfı) diyor ki; “ Çantacılar çöp ithal ediyor, sanayiciler ise geri dönüşüm malzemesi. Sap ile samanın ayrılması lazım.”
Şaka gibi değil mi?
Neredeyse çantacıları keşfedemeyen çevrecilerden özür bekleniyor.
Ve noktayı koyuyorlar;” çantacı firmaların başta İngiltere olmak üzere, yabancı ülkelerden atık ihracatına getirilen teşviklerden de yararlanıp, çöpleri Türkiye’ye getirmekte olmaları kabul edilemez bir durumdur.”
Bakanlık yetkilileri “çöp ithal etmiyoruz” dediklerine göre burada da top ortada kaldı mı?
Kaldı. İşte bu da bir başka çelişkidir.
Avrupa’nın en büyük çöp alıcısı haline nasıl geldiğimizi toparlamak gerekirse; Avrupa’nın ezelden beri sadece plastik atığını değil, her türlü çöpünü az gelişmiş ülkelere (aynı zamanda çevre bilinci gelişmemiş ülkelere) transfer ettiğini baştan kabul etmek gerekir.
2018 yılında Çin devleti dünyanın çöplüğü olmaktan vazgeçip plastik çöp ithal etmeyi yasaklayınca; çöpü dökecek yeni bölgelerin arayışı hızlandı.
Ülkemizle birlikte Malezya, Bengladeş ve Filipinler de atıkların toplanma merkezleri oldular.
Böylece bir taraftan çöp ticaretinin adı atık ticareti haline getirilip sempatik gösterilirken, diğer taraftan yarattığı görüntü kirliliği ve gizlenemeyen hava kirliliği gerçeği açıklamaya fazlaca yardımcı oldu. Medyada bol miktarda olumsuz fotoğraf ve görüntü kaydı var. Yani tersini iddia etme imkânı kalmadı.
Son günlerin en canlı örnekleri Adana ve Afyon’dan…
Ancak bu tempoyla devam edilirse daha değişik görüntüler de gündeme gelecektir. Tarım arazilerine yakın, gelişi güzel dökülen çöpün; toprağa, suya zararlı maddeleri, ağır metalleri bıraktığı, yakılan çöpün dumanının, külünün verimli arazilere çöktüğü çok açıktır.
Son durağın denizlerimiz olduğunu ise bilmem söylemeye gerek var mı?
Marmara’daki müsilaj oluşumunu sanki yeni yaşamamışız gibi ortaya çıkan bu gelişme hakikaten korkutuyor. Zira bir yerde duracak gibi de görünmüyor.
O zaman daha hassas bir bakışa ihtiyacımız var…
Kim kendi bahçesine bütün mahallelinin çöpünü dökmesine izin verebilir?
Olay tam da budur…
Kaz dağından doğup, Erdek körfezine dökülen Gönen Çayı simsiyah akmaya devam ediyor. Bu Marmara denizini kirleten yüzlerce su yolundan sadece biridir. Çayların, nehirlerin çevresindeki sanayi kuruluşlarının atık tesislerini çalıştırmadıkları çok açık bellidir.
Cezai tedbirler için neden geç kalındığı ise belli değildir…