MB politika faizini yüzde 42,5’e yükseltince, bazı piyasa yönlendiricileri “faizde zirveye yaklaştık” açıklamaları yapmaya başladılar. Hatta Ocak ayında da 250 baz puanlık artışla faiz artış döngüsünün tamamlanacağı ve yüzde 45’in son durak olacağı tahmininde bulundular.
Elbette bu şaşırtan yorumu ortaya atanların gerekçelerine baktım…
“2024 yıl sonu enflasyon beklentileri yüzde 40 civarında yoğunlaştığı için sınırlı da olsa reel pozitif alana geçilmiş oluyor” muş…
Reel faiz hesabında; özellikle bizim ülkemizde 1 seneden uzağa bakılmaz, zira o resim net olarak görülemez. Nedeni de bugüne kadar yapılan tahminlerin nasıl boşa çıktığını defalarca yaşayarak görmüş olmamızdır. Dolayısıyla paramızı 3 ay vadeli hesapta tutuyorsak 3 ay sonraki, 6 ay vadelide tutuyorsak 6 ay sonraki beklenen enflasyonu dikkate almak zorundayız.
2024 yılı için biliyoruz ki; yıl ortasında yıllık enflasyon yüzde 75 civarında tepe noktaya ulaşacak. Bu durumda da yıl sonundaki enflasyonun yüzde 40 veya daha düşük çıkma ihtimali matematiğe uymayacaktır.
Şu anda faiz yüzde 42,5 ve resmi enflasyon yüzde 62 olduğuna göre eksi reel faiz bütün haşmetiyle devam etmektedir. Kaldı ki reel faiz hesabı beklenen enflasyona göre yapılacağından, ben de yukardaki güncel durum yerine daha kötümser olan gelecekteki durum üzerine yapılacak hesabı tercih ettim.
2024 yılında enflasyondaki yükselişin en az 6 ay süreceği, sonraki dönemin ise baz etkisi dışında nasıl bir tablo sunacağı bugünden kestirilemiyor. Zira faiz artışı dışında yapılması gerekenlerin ne kadar sahaya yansıyacağı (örneğin yapısal sorunlar) bugünden bilinemiyor.
Üstelik geçen hafta “yüksek enflasyonun büyüme adına tercih edildiği”ni bizzat yetkili bir ağızdan aktarmıştım. Şimdi bu politika değişikliklerinin de ne zaman ve nasıl devreye gireceğini bugünden kestirmek mümkün olamıyor.
Eksi reel faizin sonuçları bilinmeyen şeyler değildir. Parasının eridiğini gören insanlar doğal olarak TL’den kaçarlar…
Nereye?
• Altına, dövize, arabaya, gayrimenkule…
• Hiç birikimi olmayanlar bile ellerindeki parayı markette fiyatı artan ve nispeten uzun ömürlü olan ürünlere harcarlar. Örneğin resmi enflasyonun çok üstünde fiyat artışları olan şeker, un, pirinç, bulgur, ayçiçek yağı, zeytinyağı gibi ürünleri stoklarlar.
• Talep arttıkça fiyatlar ve tüketici enflasyonu artar.
• Kur arttıkça da maliyet enflasyonu artar.
• Haliyle dezenflasyonun da bu aşamada gerçekleşmesi o kadar kolay olmaz.
Sonuç olarak; son 5-6 aydır doğru politikalar uygulansa da biriken sorunları çözmeye yetmedi. Bunun için henüz gidilecek uzun bir yol olduğunu ve enflasyonla mücadelenin de daha yeni başlayacağını ümit ediyorum.
Peki piyasada ‘sona gelindiği’ gibi bir inanış nasıl oluşuyor?
Elbette bunda kurumların açıklamaları etkili oluyor.
MB son faiz kararı metninde; “Kurul, dezenflasyon tesisi için gerekli parasal sıkılık düzeyine önemli ölçüde yaklaşıldığını değerlendirerek, parasal sıkılaştırma adımlarını en kısa zamanda tamamlamayı öngörmektedir” açıklamasında bulunuyor.
İşte tam anlaşılamayan bölüm burasıdır…
Zira şu anda dünyada eksi reel faizde rekor kıran 2 ülke bulunuyor; Arjantin ve Türkiye…
Eğer MB faiz artış sayısını yeterli buluyorsa (8 defa art arda) bunun doğru bir yaklaşım olduğuna katılamıyorum. Öncelikle; enflasyonla faiz arasındaki makas için ne söylendiğini ve dezenflasyon tesisine de nasıl katkı verdiğini duymak isterdim. Öğrenirsek yeni bir değerlendirme daha yapılabilir.
Yoksa iktisat biliminde matematik ve istatistiği dışarda tutarak, dilek ve temenni kıvamında değerlendirmelere yer yoktur.
İşte bir başka kamu kurumundan ne kadar haklı olduğumuzu gösteren taze bir açıklama daha:
TÜİK tarafından; Kasım ayı itibariyle finansal yatırım araçlarından son bir yıl içinde en fazla getiriyi altının (% 10,19), en fazla reel kaybı da mevduatın
(- % 29,19) yarattığı açıklandı.
TL adına sona gelinemediğine dair bundan daha güçlü kanıt olabilir mi?
TL’nin değer kaybı engellenemeden dezenflasyon (düşen enflasyon süreci) tesis edilebilir mi?
Kaldı ki sorunlar sadece yukarda anlattıklarımızla da sınırlı değildir…
Cari açık finansmanı sorunu var ve ilacı olan doğrudan yabancı sermaye yatırımı da yeteri kadar gelmiyor. Bütçe açığı kamu borçlanmasını gerektiriyor, maliyeti yüksek oluyor. Bankalara gelmeyen mevduat kredi kanalını tıkıyor.
Bu sorunlar sürerken faiz artırımına son vermek, tedavi bitmeden ilacı kesmek gibidir. Bir de küresel enflasyona bakarak alınan tedbirleri kıyaslamak var ki; en hatalı tarafı da budur. Yüzde 10-11’i geçmeyen enflasyonla mücadelede sadece eksi reel faizden kurtularak sonuca ulaşmak mümkünken; yüzde 80’e yaklaşan enflasyonda reel faize ulaştıktan sonra bile yapılacakların uzun bir listesi vardır. Esas işi zorlaştıran da budur!
Elbette yüksek faiz gideri bireyler ve şirketler için önemli bir yüktür ama aynı zamanda da yüksek enflasyonun getirdiği bir mecburiyettir. Maalesef sebebini yok edene kadar neticesine katlanmaktan başka da çare yoktur.