Makamınız rütbeniz toplumsal statünüz bir yana. Dar veya geniş bir çevreniz var. İnsanlar size saygı gösteriyor, değer veriyor. Karşılık olarak siz de çevrenize değer verirsiniz, saygı gösterirsiniz değil mi? Bilerek veya bilmeyerek bir yanlışlık yaptığınızda kendinizi mahcup hissedersiniz, yanlış davranışınızdan dolayı özür dilersiniz, gönül alırsınız. Hele hele asla yalan söylemezsiniz, yalan konuşmayı aklınızdan bile geçirmezsiniz…
İçinde yaşadığımız toplumda bu ahlaki duyarlılığa sahip kaç kişi kaldı dersiniz? Hele siyaset ve iktidar sahnesinde? Yalan söylemeyen, dün söylediğini bugün inkâr etmeyen, bir kabahati veya günahı ortaya çıktığında hemen ayetlerin arkasına saklanmayan, bir ekip arkadaşının hırsızlığı ortaya çıkmışsa örtbas etmeyen, Allah ile aldatmayan, dünkü mağduriyetini unutmamış, kendisi lüks ve şatafat içinde yaşayıp yurttaşlara sabır tavsiye etmeyen, kamu malına gözünün bebeği gibi sahip çıkan, yurttaşları arasında ayrımcılık yapmayan, kendi evladını askerlikten muaf tutup yoksul aile çocuklarını cepheye sürmeyen, hukukun üstünlüğü ilkesini şiar edinmiş, demokrasiyi araç olarak görmeyip içselleştirmiş; kibirden uzak, bilgili, entelektüel, zarif, aklına estiğinde küfretmeyen, sanata ve sanatçıya saygılı, lümpen davranışlardan uzak duran kaç siyasetçi tanıyorsunuz?
Tersine olarak da, seçmenlerin çoğunluğu, özellikle de yoksul ve eğitimsiz seçmenlerin çoğunluğu, cehaleti ve sadakayı kutsayan, sürekli yalan söyleyen, kendilerini Allah ile aldatan, ekip arkadaşlarının rüşvetini hırsızlığını örtbas eden, küfürbaz siyasetçileri niçin baş tacı ediyor? Niçin eğitimsizliği ve yoksulluğu kader belleyip sadakaya razı oluyor?
***
Özel olarak bir siyasetçiyi ve belirli bir partinin seçmen kitlesini tanımlamıyorum. Etrafına bakan herkes bu tanıma uyan biri(leri)ni görmekte hiç zorlanmaz. Siyaset ve iktidar sahnesi dün de bu gibi zübüklerle doluydu bugün de. Ama insaf ile söylemeli; Allah ile aldatmak, yalan söylemek, hırsızlığı yolsuzluğu örtbas etmek, yurttaşlar arasında ayrımcılık yapmak hiç bugünkü kadar siyaset tarzı olmamıştı.
Örneğin adam her sahneye çıkışında, mikrofonu her eline alışında, seçilmiş kameralar önünde her defasında yalan söylemeden, ayet sallamadan duramıyor. Yalanı ortaya çıktığında da ne gam; aldatıldığını söylüyor, “Rabbim ve milletim affetsin” temennisine sığınıyor. Bu siyasetçinin kaçıncı aldanması kaçıncı aldatmasıdır; eğitimsiz yoksul seçmen kitlesinin kaçıncı alkışıdır; gazeteci olarak ben bile çetelesini tutamadım.
Adamın son vukuatı, son yalanı, 1961 yılında cuntacılar tarafından idam edilen Başbakan Adnan Menderes’e dair. Menderes’in idam edilmeden hemen önce cuntacılara yazdığı rivayet edilen bir mektubu okudu. Sözde mektupta Menderes cuntacıları aşağılıyor ve son söz olarak “Menderes’in ölüsü, ölünceye kadar sizleri takip edecek ve bir gün sizi silip süpürecektir. Buna rağmen merhametim sizinledir. Millet sağ olsun.” diyor.
Adam mektubu öyle bir okudu ki, hıçkıra hıçkıra ağlayacak sandım bir an. Rol yapmakta, sahte göz yaşı dökmekte de öyle başarılı yani. Hem beden sıhhati hem de akıl ve ruh sağlığı açısından böyle aşırı şekilde heyecanlanmak hiç doğru değil. Tasası bana düşmez yine de.
***
Nereden mi aklına esmiş böyle bir mektubu okumak? Anadolu Ajansı’nın haberinden olsa gerek. Birkaç zübük, Adnan Menderes’e mal ederek böyle bir mektup yazmışlar ve bir müzayede sitesinde satışa çıkarmışlar. Anadolu Ajansı da, zübüklerin yazdığı metni gerçek sanıp haberleştirmiş. Ajans, sahteliğin farkına varıp haberi iptal etmiş ama Beyefendi (Adnan Menderes’i evliyalaştırmış) efsunlu kitleye sahte mektubu okumakta beis görmemiş; ne söylese inanmaya hazır efsunlu kitlesi de alkışlamış…
Bir iletişim kazası ve aldanma gibi görünse de, daha vahim bir vukuat olduğu anlaşılıyor. Çünkü, Ajans haberi iptal ettikten iki gün sonra sahte mektup gerçekmiş gibi siyasal iletişime malzeme yapılmış. Oysa Ajans haberi iptal etmese bile mektup kuşkuyla karşılanabilirdi. Asgari ölçüde siyasi tarih bilgisine sahip herkes, Adnan Menderes’in bu içerikte mektup yazacak cesaret ve karakterde birisi olmadığını bilir. Mektup, Menderes gibi idama hükümlü, eski İttihatçı, komitacı Celal Bayar’a atfedilse “olabilir” denilir ve yakıştırılırdı. Ama hemen sorgulanır; “Celal Bayar madem böyle bir mektup yazmış; 27 Mayıs darbecilerinin gözden düşmelerinden sonra da on yıllarca yaşadı, neden kendisi sağken bu mektubunu gizledi?” diye sorulur ve mektubun sahteliği yine anlaşılırdı. Ama bu durumda sahte mektup “Celal Bayar yazmış” denilip okunsa, Menderes’e mal edildiği ölçüde efsunlu bir coşkuyla alkışlanmazdı.