Ticaret Bakanlığı, yaş sebze ve meyvelerin toptan ve perakende satışına yönelik bazı tedbirler alındığını açıkladı. Niyet ve çabayı takdirle karşılıyorum. Ancak perakende satış esnasında uygulanacak hijyen koşullarının manav tezgâhı için yeterli olmadığını söylemeliyim. Sebeplerini tek tek açıklayacağım.
Karar şöyle:
“Market, manav ve pazar yerlerinde ambalajsız şekilde satılan yaş sebze ve meyveler, tüketicilere seçilmeden, satıcılarca gerekli hijyen koşullarına dikkat edilerek satışa sunulacaktır.”
Önce, ‘seç-al’ın ilk uygulama tarihinden, gerekçelerinden ve o senelerde kimleri rahatsız ettiğinden başlayalım.
Sebze meyvede; ‘seç-al’ sistemini 1977 yılında ilk başlatan Migros Türk’tür. Bunu başlatmasının sebebi de; ülkede kalite ve kalibraj standardını ilk uygulayan şirket olmasıydı. Mersin, Antalya, İzmir ve Bursa Bölge teşkilatları sayesinde tarla ve bahçede kurduğu organizasyonlarla ve bölge depolarıyla bunu sağlamıştı. Elbette bu durum, elinde standart ürün bulunmayan rakiplerini de çok kızdırmıştı. Çünkü piyasada o tarihe kadar, mostra denen iri taneli ve gösterişli ürünler tezgahların önyüzüne dizilir, müşteriye de arka taraftan farklı ürünler servis edilirdi. Teşhirdeki mostra da hiçbir şekilde bozulmazdı.
Bu usul, standart mal satmayan hal esnafına da seyyar satıcı ve manav esnafına da avantaj sağlardı. Tek mağdurun tüketici olduğu ise çok açıktı.
Çünkü mostraya dokundurmayan satıcı akşam saatlerinde “mostrası kaldı” nidalarıyla, kalan ürünü firesiz şekilde daha rahat satarken, seç-al yaptıran market akşam kalan hasarlı ürünü ayıklayarak fire hesabına kaydederdi.
Aradaki bu farkı çok iyi bilen İstanbul halkı, seç-al sistemini sevinçle karşıladı ve bu sayede Migros o yıllarda rekor satışlara ulaştı. Örneğin tek mağazada günde birer kamyon domates, şeftali ve çilek satışının gerçekleştiği günleri yaşadık.
Daha sonra standartlaşma ve seç-al sisteminin alanı iyice genişledi. Diğer üreticiler ve satıcılar da, tüketicinin bu isteğine zorunlu olarak uymaya çalıştılar.
İşte bunun için 43 yılda gelinen bu noktadan dönülmesine gönlüm razı değil.
Çünkü;
- Sebze meyve yıkanabilen bir üründür. Tıp insanları nasıl yıkanacağını sık sık tarif etmekteler. İşte Prof. Dr. Tanıl Kocagöz’ün söyledikleri: “Çarşı ve pazarlarda virüs taşıyan kişilerin öksürmesi ve hapşırması sonucunda havada bulunan virüs sebze, meyve ve diğer cisimler üzerine konabilir.”
- Şimdi bu şekilde kirlenmiş bir ürünü satıcının vermesi neyi değiştirir?
- Sayın Kocagöz eve dönünce yapılması gerekeni de açıklıyor: “Meyve ve sebzeleri bol su ile yıkayın. Meyveler, domates, salatalık gibi sebzeleri doğal, parfümsüz, beyaz sabunlu su ile yıkayıp bol su ile durulayın.”
- İşte çözüm bu kadar basittir.
- Ülkemizde henüz ekmek ambalajlı satılamıyor. Tüketici dolaptan seçerek aldığı ekmeği kendisi poşete koyuyor. Oysa öncelikle bunun engellenmesi gerekirdi. Çünkü ekmeği yıkama imkânı yoktur ama sebze meyveyi vardır.
- Market çalışanının steril eldivenle ürünü torbaya doldurması fanteziden ibarettir. Zira ürüne elini değen sadece tüketici değildir. Tarladan veya bahçeden gelen ürünler; toplama, temizleme, boylama, sandıklama, hal içinde sergileme, taşıma ve tezgâha boşaltma esnasında onlarca kişiyle fiziki temas halindedir. Bu gerçek ortadayken sadece son sahnenin hijyen kurallarına bağlanması psikolojik rahatlama sağlasa da yetersiz kalır.
Merak ettim ve internette araştırdım, teklif kimlerden gelmiş diye…
Antalya Toptancı Hal esnafından Cüneyt Doğan; “Semt pazarları, market ve manavlarda sebze meyve satışında Türk halkının genellikle ürünleri eliyle kontrol edip, beğenmediğini geri bırakarak, satın aldığını” söylemiş. Ve “seç-al yönteminin yasaklanmasını” istemiş. Duygulanmamak mümkün değil!
Bu meslektaşımızın yukardaki gerçekleri bilmemesine imkân var mı?
Yok ama günümüz şartlarını avantaja çevirmekte öncü rol üstlenmiş!
Satış noktalarına “ne gönderirsek firesiz satılsın” istiyorlar. Bunu 40 yıldır istiyorlardı ancak bugünü uygun bulmuşlar.
Bu esnaf kardeşimize sormak isterim; Halde ürün teşhirini eldivenle mi yapmaktalar? Veya müşteri halde alacağı malı nasıl kontrol ediyor?
Madem ki tüketiciyi bu kadar düşünüyorlar; özellikle ıspanak ve yapraklı ürünlerin birçok bölgede tarladaki hasadından sonra derelerde ve uygunsuz yerlerde yıkandığını hepimiz biliyoruz. Fabrikaların kimyasal atıkları ile temas etmiş bu ürünler için de aynı hassasiyeti göstermişler mi?
Hatalı ilaç kullanımının da tüketici sağlığını olumsuz etkilediği ortadayken, bu konuda şimdiye kadar hangi önleyici çalışmayı yapmışlar?
Veya tüketici lehine bugüne kadar netice aldıkları bir tane proje gösterebilirler mi?
Bu kararın uygulama zorlukları;
- Bugünkü mağaza yönetiminde her müşteriye manav servisi verecek sayıda personel bulunmamaktadır. Marketlerimiz self servis esasına göre yönetilmektedir.
- Pazarcı esnafı bu konuda kararlı davrandıkça müşteri kaybına uğrar.
- Market müşterisinin işi ise daha kolaydır. Iskarta ürünü mağaza içinde ayırır, eve götürdükten sonra değil. Diyelim ki; tezgahtar servis yaptı. Müşteri torbadaki ürünü kasaya gitmeden önce kontrol ederek bozuk taneleri reyona iade eder. Buna engel olunması halinde ise elindeki torbayı bırakıp mağazadan çıkar.
- Uygulamanın ilk günlerinde marketlerde gördüğümüz iki manzara var. Bazıları yukarda belirttiğim gibi çaresiz kalmışlar. Bazıları da sabah müşterinin az olduğu saatlerde tezgahtaki malı poşetlere koyup ağzını bağlamışlar. O paketlerin saatlerce tezgâhta kalite kaybına uğramadan muhafazası mümkün değildir. Nitekim muz paketleri içinde kararan ürünler gördüm. Müşteri o şekilde almayacağı için de satışlar düşer, fire payı artar. Meyve sebze her ürüne uygun özel ambalaja konabilir, gelişigüzel şekilde nefes almayan ambalaja konamaz. Nitekim birçok şeyi örnek aldığımız Amerika ve Avrupa ülkelerinin (Norveç hariç) bütün marketlerinde; ambalajlı meyve sebzenin yanında, müşterinin seçerek aldığı dökme ürünlerin birlikte satıldığını görmekteyiz. Hem de adetle almaya alışkın müşteriye ve dünyanın dört bir yanından gelen daha standart ürünlere sahip olmalarına rağmen…