Serbest piyasa; pazardaki ürün fiyatlarının alıcı ve satıcı arasında, arz ve talep ilişkisine dayalı olarak belirlendiği ve devlet müdahalesinin asgari seviyede gerçekleştiği piyasadır. Bu düzende serbest bir rekabet ortamı esastır ama hepten de boş bırakılacak bir alanı ifade etmez. Yani sınırsız özgürlük söz konusu değildir.
Ekonomi politikaları piyasayı yönlendirmek için vardır. Aksi takdirde halkın satın alma gücünü düşürecek refah kaybı oluştuğunda, ne arz-talep dengesi kalır ne de mal satacak tüketici bulunur. Bu bakımdan refah teorisine göre, piyasa düzeninin aksaması durumunda devlet müdahalesi gerekebilir. Yeter ki, piyasa dışı önlemlerin şekli ve zamanı için doğru kararlar alınabilsin.
Bir ürünün etiket fiyatına bakarak o mal veya hizmetin maliyet fiyatı hakkında tüketici kesin bir fikre varamaz. Zira üretim esnasında hammadde, işçilik, kira, nakliye gibi maliyet unsurları oluşur ama satış fiyatının içinde hepsi kâr ile birlikte bulunurlar. Dolayısıyla bir ürünün piyasa fiyatı içinde ne kadar kâr barındırdığını anlamak o kadar kolay değildir. Ancak kamu gücü için bunu sorgulamanın pratik yolları vardır. Örneğin bir süt ürününün (peynir ve tereyağı) kaç kg sütten oluştuğu; ambalaj malzemesinin, işçiliğin, nakliyenin kaça mal olacağı aşağı yukarı bellidir. Bir ayçiçek yağının maliyet hesabı içinde; ham yağ fiyatı, şişe, kapak, dolum işçiliği, nakliye fiyatları kısa bir araştırma ile öğrenilebilir.
Tarımsal ürünlerdeki üretici-tüketici fiyatları arasındaki büyük farkı ise meslek örgütleri aylık olarak açıklıyorlar zaten. Dağıtım kanallarının kalabalıklığı, ambalaj kaplarının standart olmaması, yüksek fire oranları ve karayolu taşımacılığının yüksek maliyeti bu farkı oluşturuyor.
Bütün bu konulara devlet kayıtsız kalabilir mi?
“Tüketici pahalı buluyorsa almasın, serbest piyasa koşullarında fiyatlar kendiliğinden düşsün” denebilir mi? Halk aç kalmayı mı göze alacak?
Bazı ekonomistlerin belirttiği gibi, “insan ihtiyaçları sonsuz” değildir. Beslenme, temizlik, barınma, sağlık, eğitim gibi temel ihtiyaçlar önceliklidir. En azından nüfusun ağırlıklı çoğunluğu için böyledir.
Bu ihtiyaçların ötesindeki talepler (yani hayatın sürdürülmesi için zorunlu olmayan kategoriler) piyasa fiyatının serbest oluşumuna yön verebilir. Ancak ilk grup her zaman devlet denetimi altında tutulmak zorundadır.
Zira sosyal devlet, yurttaşları toplumsal risklere karşı koruyan, eğitim, sağlık, barınma gibi hizmetleri sunan, asgari gelir güvencesi veren bir anlayışı ifade eder. Kaldı ki devlet serbest piyasada oluşan denge fiyatına müdahale ederken, sadece tüketiciyi korumaz. Üretici lehine de kararlar alır. Bazen tüketiciyi korumak için tavan fiyatı politikasını (maske olayında olduğu gibi), bazen de üreticiyi korumak uğruna taban fiyatı politikasını devreye sokar. Gümrük vergileri ve kotalar ile de bu korumayı sürdürür.
Bir taraf için yapılanları uygun görüp, diğerini ‘serbest piyasaya müdahale’ saymak hiç adil değildir. Elbette devletin bunu yaparken, haksız rekabeti ve tekelci zihniyeti engellemek için devreye girdiği bellidir.
70’li yıllardaki kötü örneği gösterip (Fiyat Kontrol Komitesi), hiç karışılmaması talebi iki ucu kirli değnek gibidir. Evet, o yıllarda bu durum karaborsacıya yaramıştı ama ikinci ihtimal de dar bir azınlığın haksız zenginleşmesine ve halkın da yoksullaşmasına yol açardı. Yani bir denge şarttır.
İngiliz ekonomist Adam Smith’in (1723-1790); “Piyasa serbest bırakılmalıdır. Devletin piyasalara müdahalesi yanlıştır. Çünkü piyasanın görünmez eli ekonomiyi düzenler” sözü kapitalizmin ve klasik liberalizmin önemli sloganı olsa da, her ülkede, her zaman ve her ürün grubunda aynı sonucu vermemiştir. Özellikle de kriz dönemlerinde…
Zamanı ileri saralım ve bütün dünyada, son pandemi sürecinde bile görünmez ellerin nasıl görünür hale geldiğini hatırlayalım
19. yüzyılın ortasından itibaren başlayan ekonomik olumsuzluklar ile de bu tez çürümüş ve buradan sosyal liberalizm doğmuştur. Esasta aynı görüşün devamı sayılmasına karşın, “oluşan eşitsizliklerin önlenmesi gereken bir durum olduğu” kabul görmüş ve ‘müdahaleci devlet’ anlayışı önem kazanmıştır.
Sosyal liberal düşünce, 1929 ekonomik bunalımı sırasında Keynes (1883-1946) tarafından dile getirilmiştir.
Bundan sonraki aşama ise 70’lerde yaşanan krizlere ihtiyaç olarak doğan neoliberalizm olmuştur. Neoliberalizmin tohumlarını atanlar da Hayek (1899-1992) ve Friedman’dır (1912-2006). Amaç tekrar başa (klasik liberalizme) dönmekti (Kaynak: Wikipedia).
Dünyaya neoliberalizmi yayan IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü, Amerika ve Avrupa merkez bankaları olmasına rağmen, son yıllarda IMF ekonomistlerinin bile sistemi eleştirmeleri durumu açıklıyor. Serbest piyasa düzeninin en önemli savunucusu ABD’den de taze iki örnekle yazıyı bitirelim.
California Kuzey Bölgesi Mahkemesi’nde açılan bir davada; Amazon, Covid-19 salgını sırasında ‘yasal olmayan fiyat artışları’ yapmakla suçlandı. Dava dilekçesinde; internet satış devinin, yüz maskesinde yüzde 500, ağrı kesicilerde yüzde 233, hijyen malzemelerinde yüzde 100, un mamullerinde yüzde 400, siyah fasulyede yüzde 674 oranında artış yaptığı şeklinde örnekler sunuldu. Zira California’nın Rekabet Yasası, acil durum ilan edildikten sonra bazı tüketim malları ve hizmetleri fiyatlarının yüzde 10’dan fazla artırılmasını yasaklıyor.
Bitmedi. Aynı vesileyle pandemi süreci, serbest piyasa düzeninin merkezi ABD’de devletle özel sektör ilişkisinde de değişikliğe yol açtı. Donald Trump, virüsle ekonomik mücadele kapsamında hükümetin bazı şirketlerde hisse sahibi olacağını söyledi.
Yeterli olduğunu zannediyorum. Zaten zengin ekonomilerin tamamının ‘devlet müdahalesi ve korumasıyla’ kalkındığı da bunun en önemli kanıtıdır. Tam serbestlik ise büyük balıkların küçük balıkları yemesi ve halkın fakirleşmesidir.
Temel tüketim malları pazarı ile dayanıklı tüketim malları pazarına aynı gözle bakamayız. Özellikle bu farkı da ortaya koymak istedim.
2018 yılı Eylül ayında yaşadıklarımızı unutmayalım.
Sonuçta; neoliberalizmin en ateşli savunucuları tarafından bile tam anlamıyla bir serbest piyasanın olmadığı noktasına gelinmiştir.