Eski yıllarda bankerler vardı, normal banka faizinin 3-4 katını verir ve bolca da para toplarlardı. Baştan güzel ödeme yaparlar, sonra da ortadan kaybolurlardı.
80’li yılların başlarını hatırlayalım.
Liberalleşme sürecinin ilk uygulaması olarak 1 Temmuz 1980’de kredi ve mevduat faizleri serbest bırakılmış, bankalara mevduat sertifikası çıkartma izni verilmişti. Faizlerin serbest bırakılması ile oranlar yükselmiş, yıllık enflasyon % 30-40 civarındayken, aylık % 10-12 ile para toplanmıştı (Kocaimamoğlu, 2015).
İnsanlar paralarını banka yerine “banker” denen, başlangıçta bir düzenlemeye tabi olmayan kişilere yatırmaya başlamışlardı. Banker olmak için herhangi bir koşulun bulunmadığı bu sistemde; ofis, masa, sandalye ve telefon yeterliydi!
Eğitimi yetersiz, 18 yaşındaki girişimciler bile rahat para toplar hale gelmişlerdi.
İlk dönemde bu gelişmeleri izlemekle yetinen hükümet, durumun bir krize doğru gitmeye başlaması üzerine sistemi disiplin altına almaya yöneldi ve 15 Eylül 1981‘de bankerlik kurumunu düzenleyen bir kararname çıkarttı.
Ancak geç kalınmıştı!
1981 yılı sonundan itibaren mevduat çekişleriyle başlayan kriz sonunda, faizleri ödeyemeyen bankerler peş peşe iflas etmeye başladılar. 1982’ye kadar 258 banker battı. Sayıları 200 bini bulan küçük ve orta tasarruf sahipleri ortada kaldı.
Böylece halkımız riskin ne demek olduğunu yaşayarak öğrendi.
Oysa batı ülkeleri, finansal işleyişi kurdukları güvenli sistemlere bağlayarak çok önceden halletmişlerdi. Dolayısıyla küresel ortamda para, yukarıdaki örnekte görüldüğü kadar kolay toplanamıyordu.
26 Aralık 1985 tarihinde açılan İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) 3 Ocak 1986 tarihinden itibaren alım satıma başladı.
2013 yılından itibaren de Borsa İstanbul (BİST) olarak, İstanbul’un finans merkezi olma ve yatırımları ülkeye çekme amacına dönük önemli katkılar yaptı.
Neticede, küresel ekonomi piyasasında her ülkeye gidebilen sıcak para bize de geldi ve oldukça rahatlattı. Zannettik ki arkası hiç kesilmeyecek.
Oysa doğrudan yatırım gibi değildi. Yani banka, fabrika, mağaza zinciri, lojistik ve sigorta şirketi satın alan yabancıların getirdiği döviz gibi kalıcı olamazdı. Dolayısıyla hızlı gelen sıcak paranın hızlı da gideceği anlaşıldı.
Küresel sermayenin terazisi hassas tartıyordu.
Kur seviyesini beğenecekler, faizi beğenecekler, siyasi belirsizlik olmayacak, istedikleri an paraları ellerinde olacak.
Sıcak para, bir ülkeye yüksek getiriden yararlanmak üzere gelen dövizdir.
Yatırımcılar;
• Hisse senedi veya borç senedine (tahvil, bono) yönelebilirler.
• Bizim bankalarda döviz tevdiat hesabı açabilirler.
• Dövizlerini TL’ye çevirerek TL mevduat hesabı açabilirler.
• Türk bankalarına ve reel sektöre kısa vadeli kredi verebilirler.
• Ancak yazının başında belirttiğim gibi, değil çulsuz bankere para kaptırmak, piyasanın sağlığını bile anlık sorgularlar. En ufak rahatsızlıkta ise o piyasayı terk ederler.
Dolayısıyla sıcak para iyi ısıtır ama yokluğu da çok üşütür. Bir ekonomide ne kadar fazla bulunursa, hareket etmeye başladığında da depremi o kadar şiddetli olur.
Fazla geldiği yılları hatırlayalım; döviz fiyatını düşürmedi mi?
Ucuz ve bol dövizimiz var diye üretimi bırakıp her şeyi dışarıdan getirmedik mi?
Ucuz ithalat nedeniyle iç talep büyüyünce de dış ticaret açığı ve cari açık artmadı mı?
İşte bugün sıcak paranın dönüşüne nezaret ediyoruz. Kur artıyor, enflasyonu tetikliyor, o da faizlerin yükselmesine sebep oluyor. Kuru dizginlemek için döviz rezervlerimiz eriyor. Ve de sanayici bir anda üretim düzenine geçemediği için problem giderilemiyor.
Borsadaki hisse senetlerinin yüzde 60’ı yabancıların elindedir. Hisse senedi satmaya başladıklarında; fiyatı düşüyor, alıcı bulmak zorlaştığı için 2-3 günde çıkamıyorlar. Çıktıkça hem borsa endeksini düşürüyorlar, hem de döviz almaya başladıkları için döviz fiyatını artırıyorlar. Her iki durumda, kendileri de zarar ediyorlar. Elbette sütten ağzı yananlar yoğurdu üfleyerek yemeye başlıyorlar.
Bu durumda eksik olan dövizi bir yerlerden bulmak gerekiyor.
Bize lazım olan döviz dünyada bol olsa da ancak yüksek faiz ödeyerek kredi bulabiliyoruz. Sebep CDS primimizin (risk primi) yüksek olmasıdır. Mayıs ayının son haftasında 512 baz puanı gördük. Maliyeti yükselten budur.
İşin bir önemli tarafı da; MB’nin döviz satması sadece geçici düşüşler sağlayabiliyor.
Bu konuya neden girdiğim anlaşılmıştır herhalde.
Sıcak paranın çıkışı, perakende sektörünün bu günkü sıkıntılarının sebepleri arasındadır. Yani kur artışı ile oluşan maliyet enflasyonu ve düşen alım gücüyle gerileyen satış hacmi…
Peki bu durumun tedavisi mümkün mü?
Evet ama yılın yarısını seçimle geçirmiş olacağız. Seçim demek ‘seçim ekonomisi’ demektir. Sıkı para politikasından bahsedilse de gördüğümüz bu değildir. O konuya da sonraki yazımızda gireriz.
Sonuçta; birbirini olumsuz etkileyen zincirleme gelişmeler sıcak parayı kaçırıyor. Bu da o kaynağa fazla güvenilemeyeceğini gösteriyor.