Geçen hafta bir okurumuzun “markopaşa” benzetmesi hayli ilgi gördü. Geribildirimlere bakılırsa, çoğu arkadaşımız yakıştırmış bize bu nitelemeyi.
Serhat Karabeyoğlu, “Marko Paşa adı size çok yakışmış. Keşke her gün yazsanız da bilgilerimizi yenileyip yanlışlarımızı düzeltsek” diye yazmış.
Cumhuriyet gazetesinin “Olaylar ve Görüşler” sayfasındaki yazılarıyla tanınan Nusret Ertürk, “Türkçenin markopaşası olmak” başlıklı yazımızın yayımlandığı gün gönderdiği iletide demiş ki:
“Çok değerli Attila Abi; yazı başlığınız size pek uygun düşmüş, yerinde bir belirleme olmuş. Sizi en iyi anlatan bir söz bu…”
Eski Çalışma Genel Müdürü ve gezginci yazar İsmail Bayer de “markopaşalığı” bana yakıştıranlardan. “Değerlendirmelere katılıyorum. Dil konusunda Markopasa olmayı hak ediyorsun” diyor.
İsmail Bayer, BirGün’de yayımlanan “Dilin Kemiği” yazılarını yıllardır hiç sektirmeden sanal ortamda paylaşan ve dil duyarlığının yaygınlaşmasına katkıda bulunan bir arkadaşımızdır. Kendisine teşekkür ediyorum.
İzmir’den yazan Osman Nurettin Şahin de “markopaşalığımıza” gönderme yaparak gazetecilik konusunda zincirleme sorular yöneltmiş. Okurumuzun mektubu şöyle:
“Türkçenin Marko Paşası Sayın Attila Aşut,
Mesajıma böyle bir hitap şekli ile başlamama, ‘Türkçenin markopaşası olmak’ başlıklı yazınız vesile oldu.
Bu sabah internette gazeteleri okurken Sözcü’de Uğur Dündar‘ın isminin ‘Soruşturmacı Gazeteci’ diye lanse edildiğini gördüm.
Yazıyı okurken aklıma şu sorular geldi:
Soruşturmacı gazeteci mi olur?Gazeteci soruşturma yapabilir mi?
Televizyon gazetecisi olur mu?
Radyoda haber programı yapan bir gazeteciye radyo gazetecisi, internette haber sitelerinde yazan bir gazeteciye de internet gazetecisi mi demeliyiz bu durumda?
Saygılarımla…”
Görüldüğü gibi, değerli okurumuz, “Siz mademki markopaşasınız, o halde sorularıma yanıt vermek zorundasınız” demeğe getiriyor!
Bu “markopaşalık” üstümüze yapışırsa faturası ağır olacağa benziyor!
* * *
Soruları yanıtlamadan önce, “Marko Paşa”nın yazımı konusuna açıklık getirmek isterim.
Okurların gözünden kaçmamıştır sanırım: Geçen haftaki yazımda “Marko Paşa” sözü üç ayrı biçimde yazılmıştı. Bu bir savrukluk, özensizlik değil, tam tersine, sözcüklerin tümce içindeki anlam özelliklerine göre olması gereken yazım biçimiydi. Şöyle açıklayayım:
Marko Paşa’yı tarihte yaşamış bir kişilik olarak anıyorsak, özel ad olduğu için iki ayrı sözcük biçiminde ve büyük harfle yazmamız gerekir.
1940’larda yayımlanan mizah dergisinden söz ediyorsak, artık o bir dergi adı olduğundan sözcüğü bitişik yazmamız doğru olur. Elbette baş harfi büyük olacaktır.
Ama bu sözcüğü “Anlat derdini markopaşaya” tümcesindeki gibi deyimleşmiş biçimiyle kullanrsak bitişik ve de küçük harfle yazmak zorundayız.
* * *
“Soruşturmacı gazetecilik” nitelemesine dönersek, gazeteciler polis ya da savcı değildir; soruşturma yapmaz! Onların görevi, doğru haber vermek için “araştırma” yapmaktır. Dolayısıyla bu bağlamda kullanılması gereken doğru terim “araştırmacı gazetecilik”tir. Nitekim bu terimin İngilizce literatürdeki adı da “investigative journalism” ya da “investigative reporting”dir.
Sevgili Doğan Tılıç’ın ve Faruk Bildirici’nin uzmanlık alanına girmeyeyim ama günümüzde gazeteciliğin tanımı çok genişlemiş; türleri de buna koşut olarak çeşitlenmiştir. O nedenle “radyo gazeteciliği”, “televizyon gazeteciliği”, “internet gazeteciliği” gibi kavramlar yaygın biçimde kullanılıyor. Şimdi bunlara bir de “yurttaş gazeteciliği” eklendi. Biliyorsunuz, dünyanın en prestijli “Pulitzer Gazetecilik Ödülü”, bu yıl ABD’de George Floyd’un polis tarafından öldürüldüğü anı cep telefonuyla görüntüleyen yurttaş Darnella Frazier’everildi.
Gazetecilik özünde habercilik demektir. O nedenle yukarıdaki tanımlamalarda geçen “gazetecilik” sözcüğünü “habercilik” olarak okursak sorun kalmaz diye düşünüyorum.