Geçen gün, Londra’da geçen bol kanlı, vurmalı kırmalı, İngiliz’li Amerikalı Rus’lu Çin’li bir casusluk dizisi izledim.
Tahmin edeceğiniz gibi, hangi casus personelin kime çalıştığı, hangi tetikçiyi kimlerin tetiklediği falan birbirine karışmıştı.
Bu kalabalık ajanlar kadrosu içinde karakterler birbirine karışıyor, bu durum kimin iyi, kimin kötü olduğunu anlaşılmaz kılıyordu.
Durum tam kaos halini almıştı ki, düşman ajanlardan birinin ötekine söylediği bir cümle, birden aklımda tanıdık rüzgârlar estirdi.
“Bu alemde görünen şeyler asla inandığımız şeyler değildir!” diyordu.
Doğru söylüyordu.
Ne kadar doğru söylediğini anlamak için, son iki hafta içinde Suriye’de olup bitenlere bakmak yeterliydi.
14 yıldır kan gölü haline getirilmiş, yabancı askerlerden çeşit çeşit terör örgütlerine kadar pek çok silahlı grup tarafından adeta taksim edilmiş bir ülkede, her şey ne kadar hızlı, sessiz ve kolay olmuştu.
Selefi İslamcı olarak tanımlanan, dünyada pek çok ülkenin terörist olarak kabul ettiği ve çoğumuzun adını yeni duyduğu bir grup, elini kolunu sallaya sallaya, neredeyse tek kurşun atmadan önemli kentleri ele geçirip Şam’ı da aldıktan sonra iktidara el koydu.
Beşar Esad’ı savunmak için, baştan beri onu destekleyen müttefiklerinden, bir iki göstermelik olduğu aşikâr hareket ya da açıklama dışında bir şey çıkmadı.
İşin tuhafı, böyle durumlarda kükremesin beklenen “Arap baharı” denilen gösterilerle Suriye’nin karışmasının ve parça parça olmasının baş sorumlusu ABD ile batılı ortakları, adeta gök yüzüne bakıp ıslık çaldılar.
“Seçilmiş başkan” Trump, Amerikan yönetimine “siz karışmayın” diye talimat bile verdi.
Sonuçta Esad “barışçıl” biçimde, sanki ayak altından çekilmesi istemiş de o da bunu efendice kabul etmiş gibi, “sessiz sedasız” çekti gitti.
On dört yılın kin ve nefretini içlerinde taşıyan düşmanlarından hiçbiri onun “kaçışını” engellemeye, yakalayıp işlediği öne sürülen suçların hesabını sormaya yeltenmedi.
O da, yanında ne “götürdüğü” pek bilinmeden Rusya’ya gitti.
İran’la birlikte bu uluslararası anlaşmanın yenik taraflarından biri gibi görünen Rusya’nın otoriter devlet başkanı Putin, kendisine “insani mülahazalarla” sığınma hakkı tanıdı.
Şam’da geride bıraktığı parti bürokrasisinin ise, başbakanı yönetiminde görevlerine devam edeceği açıklandı.
Sanki Şam’da, başkenti ele geçiren “selefi dinci ve de terörist” diye tanımlanan HTŞ ile Baas partisi bürokrasisi arasında bir geçiş dönemi koalisyonu kuruldu.
* * *
Aslında, silahlı mücadele ve kan dökülerek ile gerçekleşmiş bu tür sert rejim değişikliklerinin geçiş dönemi, başka örneklerin tümünde yaşandığı gibi hesaplaşma dönemi niteliği taşır.
Devrik liderler yakalanmaya çalışılır, yargılanır, genelde idam edilir.
Irak, Libya bunun en yakın örnekleridir.
Ancak bu kez öyle olmadı, Esad gitti, kavga bitti görüntüsü verildi.
Acaba bitti mi kavga?
Bu soru yalnızca Suriye’nin iç yapısıyla ilgili.
Şimdilik silahlı gruplarda bir sessizlik var gibi.
Lakin hangi kıvılcımın ne zaman çakacağı, çıkabilecek ufacık bir yangının hangi boyutlara ulaşacağı belli değil.
Anlaşılan içinde bulunulan aşamada en büyük sorun da bu değil.
Güneyde giderek yaklaşan, bazı kaynaklara göre, hiçbir direnişle karşılaşmadan Şam’ın dibine kadar tanklarıyla, askeri birlikleriyle yaklaşan bir İsrail tehdidi giderek büyüyor.
1967’den beri işgal altında tuttukları Suriye’ye ait Golan tepelerini ilhak ettiklerini açıkladılar sayılır.
Zaten o işgal bölgesinin de dışına çıkıp Suriye içlerine doğru ilerliyorlar.
İsrail askeri sözcüleri, çok tehlikeli bir oyun oynayarak Kuzey Suriye’deki Kürtleri “korumayı” hedeflediklerini söylüyorlar.
Amaçları, Kürt-Türk çatışmasına yol açıp ABD’nin de yardımıyla bölgede İsrail yanlısı bir Kürt devletinin kurulmasını sağlamak.
Tabii, terörden medet uman örgütlerin dışında bölgedeki Kürt halkı bu aşağılık oyuna izin verir mi, başka konu.
Ancak Ortadoğu’da “büyük İsrail” yaratma niyetini de bilmeyen kalmadı.
Bu emperyalist oyuna karşı herkesin çok dikkatli ve titiz davranması ve bu aşağılık oyunun bozulması gerekiyor.