Artık tarla ile tezgâh arasında irtibat kopmuş, fahiş fiyatın ölçüsü de bir hayli kaçmıştır. Birebir aynı marka ürünü A markette 89 lira, B markette 265 lira etiketle görmeye başladık. 89 liraya satan da kâr ettiğine göre daha ötesini gözde canlandırmak hiç zor olmasa gerek.
Yüksek enflasyon ticari ahlakı bozunca tarımsal ürünler de bundan nasibini aldı. Fiyatlandırma yaparken ne tarladaki fiyata ne de maliyete bakmadan, sadece “kim en yüksek fiyata satıyor, ben kaça satmalıyım?” sorusuna cevap arayan ve rahatça baş fiyatı etikete yansıtan bazı tavırlar izlemeye başladık.
Bu gözü kararmışlar sadece sağlam malı değil bozuk malı bile fahiş fiyata satmayı sürdürüyorlar. Fiyatlarımızı İngiltere ile de sterlinbazında kıyaslıyoruz.
Örneğin o ülkede ithal muzun fiyatı 1 sterlin değil 90 peni iken, bizde bazı reyonlarda çöp haline gelmiş olan yerli muzun fiyatı 1.55 sterlindir (73 lira). Üstlendikleri ithalat maliyetine ve kalite farkına rağmen; satınalma gücü de çok daha yüksek tüketiciye satış yapan yabancı perakendecinin fiyatını sterlin bazında yüzde 72 aşmak nasıl bir açgözlülüğün eseridir, takdirlerinize sunuyorum.

Yıllardır “tarlada 3 lira, markette 23 lira” şikayetleri yapılır, satıcılardan da “Ne yapalım aracılar fazla, bize gelene kadar fiyat şişiyor” cevabı alınırdı.
Buraya kadarı herkesin bildiği kısmı…
Bizi yönetenlerden de “aracı sayısı azaltılacak” sözü verilir, bu da içimize su serpmeye yeterdi. Peki aracı sayısı hiç azaldı mı? Azalmak şöyle dursun, arttı…
Bu yüzden de yukarda belirttiğim söylem tarihe karıştı, yerine “tarlada 5 lira, markette 70 lira” aşamasına geçildi.
Oysa yıllar önce en azından büyük perakendecilerin hedefi; meyve sebzeyi üreticiden direkt alarak rekabetçi fiyatlara ulaşmak ve tüketiciye kaliteli ürünü ucuza yedirmekti. Son yıllarda ise dağıtım kanalı sadeleşeceği yerde daha kalabalık hale gelmiştir. Kaybeden de üretici ve tüketici olmuştur. Üretici emeğinin karşılığını alamazken, tüketici ise küresel ölçekte ve döviz bazında bile en yüksek ödemeyi yapmak zorunda kalmıştır. Arada yer alan zincirin diğer halkaları ise verilen büyük firelere rağmen yüksek kârlara ulaşabilmişlerdir.
Bitmedi. Dağıtım kanalında toptan satan da, ondan alıp perakende satan da aynı sermayedarın idaresinde çift kazanç elde eder hale gelmiştir. Böylece her yapılan sevkiyat tüccarı iki defa mutlu eden bir ortam yaratmıştır. Neticede tüketiciye ucuz ürün yedirmek gündemden düşmüş, pahalı yedirmenin sanal mazereti yaratılmaya çalışılmıştır.
Gıda Dedektifi, Hal Kayıt Sistemi üzerinden, üreticiden tüketiciye gelene kadarki yolculuğu inceliyor. Buna göre bazı perakendecilerin meyve sebzede kendi aracı işletmelerini dağıtım kanalına dahil edip, yüksek kâr marjlarını ikiye katladıkları görülebiliyor. Böylece “1 koyundan 2 post çıkartmak” tarifi de yerini bulmuş oluyor.
Diğer avantajlara gelince;
- Bu kategorideki yüksek kâr marjı satıcıya yetmiyorsa, daha da fazlası bir kademe geride garantiye alınabiliyor.
- Aracı durumundaki kardeş işletmeye para kazandırmak uğruna, nihai satıcının etiket fiyatları şişiyor, satışları yavaşlıyor ve firesi de artıyor.
- Aracı durumundaki işletmenin elindeki malı satamama riski bulunmuyor. Çünkü son durak perakendeci şirket olduğundan fazla stok orada birikiyor.
- Aracı durumundaki işletmenin fire gibi bir derdi de bulunmuyor, o ihtimal belirdiğinde hemen problem nihai satıcıya transfer ediliyor.
- Son duraktaki nihai satıcının, bozulan sebze meyveyi hiç çekinmeden ve rahatça çöp konteynerlerine boşaltmaları bu rahatlıktandır. Zira çift aşamalı yüksek kâr marjı içinde artan fireyi tolere etmek mümkün olabiliyor. Olayın israf boyutu ise Gıda Dedektifi hesabından güncel olarak izlenebiliyor.
- İşin bir başka boyutu da bazı halka açık şirketlerde izleniyor. Aynı patronun aracı şirketi kârına kâr katarken, halka açık market zinciri zarar açıklayabiliyor.
Bu durumda küçük ortakların haklarını korumak üzere de bir şeyler yapmak gerekmiyor mu?
Sonuç olarak; “nasıl olsa insanlar karınlarını doyurmaya mecburlar. Bütçelerinden aslan payını zorunlu olarak gıdaya ayırsınlar, tasarrufu da gıda dışı kategorilerden yapsınlar.” İşte en bencil düşünce tarzı budur!
Gıda dışı kategorilerin olumsuz etkilenmesi de bunun eseridir…
Hal Kayıt Sistemi çok başarılı şekilde ürün takibini mümkün kılıyor. Peki devamında ne oluyor? Bu dağıtım kanalını esnetenlere, her kademede yüksek kâr ilave ettirenlere ve halkın temel gıdaya ulaşmasını zorlaştıranlara hak ettikleri yaptırım gerçekleşiyor mu?
İşte esas sorun burada oluşuyor ve caydırıcılık yetersiz kalıyor …
Hem aracı sayıları artıyor hem bunu “serbest piyasa koşullarının işlemesi” olarak takdim edenler çoğalıyor hem de fiyatlar şişiyor. Sonra da vatandaş markette ve pazarda indirim için akşam saatlerini bekliyor.
- Artık çöp konteynerlerinden ihtiyacını karşılayanları söylemekten utanıyorum.
Hal Kayıt Sistemi önemli bir yardımcıdır. Zira tüketiciyi ilgilendiren en önemli faydası sebze ve meyve ticaretinin elektronik ortamda takip edilebilmesidir. Devleti ilgilendiren kısmı ise kayıt dışılığı önleyebilmesidir.
Tüketicilerin ürün künyeleri sayesinde tükettikleri ürünün nerede ve kim tarafından üretildiğini ve kendilerine ulaşana kadarki aşamalarını, etiketteki karekodu okutarak öğrenmeleri kendi yararlarınadır.
Yüksek enflasyondan korunmak için bu mücadele verilmek zorundadır. Zira bu dönemde yüksek enflasyonun nimetlerinden faydalanan bir kitle vardır. Onlar asla enflasyonun düşmesini istemezler. Aksine faizler düşsün, finansman ucuzlasın; kur artışı hem ihracata yarasın hem de enflasyonu coştursun ve de özgürce fiyat belirlenebilecek ortam oluşsun isterler.
O halde ekmeğini korumak isteyen herkes, her şeyi devletten beklemek yerine bunlarla mücadele etmek zorundadır. Hiç olmazsa üşenmeden yetkili mercilere ‘şikâyet’ sürecini zamanında işleterek ve vatandaşlık görevini yerine getirerek…