Bir tümcede aynı sözcüğü yinelemek yazıya değer katar mı?
Okurumuz Erhan Kuzhan, köşeyazılarında çok sık karşılaştığımız bu durumu masaya yatırmış ve Cumhuriyet gazetesinin iki yazarının yazılarında gereksiz bulduğu sözcük yinelemelerini tek tek saptayıp listeleyerek bize göndermiş. Bunu önemli bir dil sorunu olarak değerlendiren okurumuzun uzun mektubunu kısaltarak aktarıyorum:
“Sevgili Attila Aşut Hocam,
Köşeyazılarında dil yanlışlarına eşlik eden bir sorunun yaygınlaştığını görüyorum: Yazı bütününde ve tümceler düzleminde ‘sözcük yinelemeleri’. İletimin ekine, örnek olgu olarak iki köşeyazısını iliştireceğim. Yazılarda en çok yinelenen sözcükler ‘bu’, ‘ve’, ‘bir’… Aynı sözcüklerin yazı boyunca bıktırıcı biçimde yinelendiğini ekli dosyada siz de göreceksiniz. Orhan Bursalı da Murat Ağırel de ilgiyle izlediğim gazeteciler. Ne ki sözcüklerin köküne kıran mı girdi? Niye durmadan aynı sözcükleri yineliyorlar? Bunca sözcük yinelemesiyle özenli, doğru bir yazı yazmak olanaklı mı? ‘Ve’, ‘bu’, ‘bir’ sözcükleri olmadan da yazı yazılamaz mı? Yazılabildiğine yönelik güzel örnekler var. Sözgelimi Nurullah Ataç, ‘ve’ sözcüğünü kullanmazmış. Oysa sözcük yineleme sorunu, Cumhuriyet’in diğer köşeyazılarında da sürüyor. Sevgiler selamlar…”
Mektup içeriğinden anladığıma göre, okurumuz üç sözcüğün hiç kullanılmamasını istiyor. Buna olanak var mı? Hadi “ve” bağlacının yerine virgül kullandık diyelim, ama “bu” ve “bir” önadlarını yazıdan hepten atarsak derdimizi düzgün anlatamaz, anlatımda ciddi anlam yitimine yol açarız. Hem tüm dillerde olan bu sözcükleri neden atalım ki?
Evet, hiç gerekmediği halde bir sözcüğü aynı tümcede yinelemek, yazının akışını ve uyumunu bozar. Bundan kaçınılmasını ben de doğru bulurum ama işi “tasfiye” ve sözcük yasağı boyutuna taşımamak gerekir.
Elbette yazın dünyamızda yinelemeleri bir üslup özelliği olarak bilinçli kullanan yazarlar da vardır. Yaşar Kemal, bunların başında gelir. Ama köşeyazarlarının durumu böyle değil. Onların yinelemeleri daha çok dikkatsizlikten kaynaklanıyor.
Okurumuz Cumhuriyet’in iki yazarından (Orhan Bursalı ve Murat Ağırel) seçmiş örneklerini. Mademki konu buraya geldi, aynı gazeteden iki örnek de ben vereyim:
Bedri Baykam, “Barış, Koltuk Sevdasıyla Takas Edilemez!” başlıklı yazısında şöyle demiş:
“Dolayısıyla 2 Mayıs 2024 tarihli Özgür Özel ziyareti ve 18 yıl sonra tekrar CHP’yi 11 Haziran 2024’te ziyaret eden Erdoğan’ın iade-i ziyareti ile oluşan diyaloglar, doğal olarak AKP tarafından arzu edilen malum sonuçları doğuramadı.” (Cumhuriyet, 9 Ocak 2025)
Bedri Baykam’ın çalakalem (artık çalaklavye mi demek gerekiyor?) yazan biri olduğunu biliyorsunuz. İnsanın on parmağında on marifet olunca böylesi özensizlikler kaçınılmaz oluyor! Aktardığım tümcede üç kez “ziyaret” sözcüğü kullanılmış. Oysa “Erdoğan’ın iade-i ziyareti ile”den önceki “ziyaret eden” sözcük öbeği gereksiz.
Zeynep Oral’ı yazarlık bağlamında asla Bedri Baykam’la aynı kefeye koymam! Onun yazı ustalığını ve kültür-sanat gazeteciliğine değerli katkılarını herkes biliyor. Ama bazen onun da gözden kaçan dil sürçmelerine tanık oluyorum. Konumuz “gereksiz sözcük yinelemesi” olduğu için bir örnek de onun son yazısından vereyim:
“Katledildiğinden beri de onun sesi “Vurulduk ey halkım, unutma bizi” diyen sesi beni terk etmiyor.” (Cumhuriyet, 23 Ocak 2025)
Zeynep Oral da “sesi” sözcüğünün burada gereksiz yinelendiğini şimdigörmüş olmalıdır.
Bu tümce şöyle yazılsaydı daha doğru olurdu:
“Katledildiğinden beri de onun ‘Vurulduk ey halkım, unutma bizi’ diyen sesi beni terk etmiyor.”
* * *
HAFTANIN NOTU
AR DAMARI ÇATLAYINCA…
Utanma duygusu, insanı insan yapan özelliklerin başında gelir. Psikolojide “Kişinin kendisinde algıladığı bir eksikliğe verdiği tepki” olarak tanımlanıyor bu duygu.
Gelin görün ki toplum olarak büyük ölçüde utanma duygusunu yitirmiş bulunuyoruz. İnsanların gözünü rant ve aşırı kazanç hırsı bürümüş. Manda gönünden post kuşanmışlar sanki. Hiçbir acı etkilemiyor onları. Yürekleri kabuk bağlamış. Kıyımlar, kırımlar, kıranlar, topluölümler, öldürümler karşısında bile kılları kıpırdamıyor! İş cinayetleri, çocuk ölümleri, kadın kıyımları, çevre yıkımları, orman yakımları, maden faciaları, salgınlar, seller, yangınlar umurlarında değil! Trenler raydan çıkıyor, onlarca insan ölüyor; ortada sorumlu yok! Depremde elli binden fazla canımızı yitiriyoruz; tutuklu tek bürokrat yok! Bolu’daki kayak merkezinde ihmaller zinciri yüzünden alevlere teslim olan bir otel, 78 insana mezar oluyor. Ama vicdanının sesini dinleyerek istifa eden bir bakan yok! Herkes suçu başkasının üstüne atarak kendisini aklamaya çalışıyor…
Yasaları işletilmeyen, kuralları uygulanmayan bir kargaşa toplumuna döndük. Yargı erki siyasal iktidarın doğrudan güdümüne girmiş. Yandaşsanız güvencedesiniz, size kimse dokunamaz! Kartalkaya yangınının siyasal sorumluları da öncekiler gibi hesap vermeyecek, ölenler öldükleriyle kalacaklar. Suçlular bunu bildikleri için böyle umursamaz ve pervasızlar…
İnsan, başkalarının acısını yüreğinde duyunca insan olurmuş. Utanma duygusunu yitiren insanlardan ahlaklı, vicdanlı, adaletli davranmalarını bekleyemeyiz. Onların çatlayan ar damarlarını ne yazık ki hiçbir cerrah dikemez!