LAİK TELEFAT… ZEVKLERİN EN BÜYÜĞÜ:
Uğur Mumcu, Çetin Emeç, Bahriye Üçok,
Muammer Aksoy… Necip Hablemitoğlu…
“Uğruna geberip, can verdiği Batıcı Kemalist
rejimin cesedine bile sahip çıkmadığı
Uğur Mumcu!..”
“KAİDE…”
Logonun altında beyaz giysili, beyaz Arap kefyeli, bir tuhaf sakallı genç bir adam ve “Hem Alim, Hem Sehid Şeyh Abdullah er-Resud” yazısı; kapağın tam ortasında kocaman kırmızı harflerle İBDA sözcüğü, kılıcın kabzası hizasında sağda, “Elmalı’lı Tefsiri’nde CIHAD” sözcükleri; (Cihad” yine kırmızı), solda da iki eliyle kavradığı bir kalaşnikof ve kucağında bir köpekle çömelmiş yine genç bir adam fotoğrafı…
Bu bir dergi… 20 Ocak 2006 tarihli 22 sayısı… Başlığın altında tam ortada yarım bir KILIÇ resmi var.
İkinci sayfadaki künyeye göre, derginin sahibi ve sorumlu yazı isleri müdürü Aydın Aklan. Yayın kurulu Ali Rıza Yaman, Cumali Dalkılıç, Hakan Yaman, Fazıl Duygun, Bünyamin Eser’den oluşuyor. Adresi: Yahya Kahya Mahallesi, Neva Sokak, No. 2/2, Kasımpaşa/Beyoğlu/İstanbul… Telefon, 0.212. 256 73 87. Ne kadar gerçek, tartışılır.
Tıpkı, durmadan yeni baskıları yapılıp duran Nur Risaleleri ve çok sayıdaki öteki dini yayın gibi, “KAİDE” dergisi de görünürde Derleme Kanununa uymak adına, sakin sakin Milli Kütüphaneye gönderilmiş, süreli Yayınlar Şubesi’nin raflarında yerini almış.
“İBDA…” “İBDA-C…” “Kaide”… “El Kaide…” Ne hatırlatıyor?
Derginin 7’inci sayfasında şu korkunç ifadeler var:
“Devir ne Menemen’de provokasyonlar yaptıkları, ne de o İstiklal Mahkemeleri’nde Kel Ali’lerin «avukatlarla uğraşamayız» diyerek astığı astık kestiği kestik icraatları karsısında kimsenin gıkının çıkamadığı, çıkanın da üç ayaklı sehpayı boyladığı devir…
“İslamcı mücadelenin geldiği nokta itibariyle, nice kelleler verildi, nice kelleler alındı. Hukuksuzluğa karsı hukuksuzluk… Mutlak Hâkim ve hüküm koyucu Allah… Artık biliyorlar ki, kimsenin yaptığı yanına kar kalmayacak ve kalmıyor.
“… Her ne olursa olsun ve her ne sebeple olursa olsun, laik Cumhuriyet’le «özdeş» görülen Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nin hırsız rektörü Yücel Aşkın’ın yargılanmasını Cumhuriyet’in ilk yıllarında hayal etmek bile olmazdı… Hele ki, 90’ların başından başlayarak İslamcı mücadele karsısında panikleyerek verdikleri, vermek zorunda kaldıkları laik telefatı ise zevklerin en büyüklerindendi, anlayana…
“Kimler gitmedi ki?
“Uğur Mumcu, Çetin Emeç, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy ve daha niceleri…
“Ve en son örneklerinden olarak, Necip Hablemitoğlu ile İhsan Güven…
“Ve daha kim bilir Azrail Aleyhisselam hangi vesileyle daha kimlerin kapılarını çalmaya devam edecek?”
Türkçede “telefat” hayvanlar için kullanılır. “Yazar”(!), “telef” olanları da sayıyor isim isim… Aynı yazının sonunda, Uğur Mumcu‘nun çok bilinen gülümseyen bir fotoğrafının altında şunlar yazılı:
“Uğruna geberip can verdiği Batıcı Kemalist rejimin cesedine bile sahip çıkmadığı Uğur Mumcu…”
***
1990’larda laik, Cumhuriyetçi, Atatürkçü aydınların katledilmesi üzerine faillerin kim olduğu, özellikle Uğur Mumcu üzerinden hâlâ tartışılan, cevabı bulunamamış bir soru.
O dönemde, özellikle polis raporları, hatta bir miktar da savcı iddianamaleri ısrarla İran bağlantılı radikal İslamcıları işaret ediyordu. Bu raporlar, iddianameler olmasa bile, öldürülenlerin kişiliğine, öldürülmeden önce söylediklerine, yazdıklarına, yaptıklarına, yaşamlarına bakıp halk zaten kararını vermişti. Çünkü hepsi laik, Atatürkçü, cumhuriyet değerlerine bağlı insanlar. Bahriye Üçok’un, Muammer Aksoy’un, Ahmet Taner Kışlalı’nın, hele Uğur Mumcu’nun tabutunun arkasında yürüyen yüzbinler bu kararlarıyla “Türkiye laiktir, laik kalacak… Türkiye İran olmayacak” diye haykırmışlardı.
Oysa 1946’dan bu yana göreve gelen, Türkiye’ye komünizmin gelmesini hırsla, öfkeyle, gerekirse hapsederek, asarak keserek önleyen iktidarlar, İslamcı gericilik söz konusu olunca bükük boyunlu, ellerini göbeğinde kavuşturmuş tarikat müritleri oldu.
Çünkü çok vahim bir sol ve komünizm paranoyaları vardı. Solcular, Mumcu gibi Atatürk’e, cumhuriyete saygılı olsalar bile devlet, millet, töre düşmanıydı. Hatta Sovyetlerin adamıydı. Bu “sorunun”(!) çaresi ise İslam’dı. Bu, ABD’nin 2. Dünya Savaşı’ndan sonra komünizme karşı bulduğu çare idi. Dini inançları kuvvetli bir nesil yetiştirmek… Öyle en çok Cuma’dan Cuma’ya belki namaz kılıp Ramazan’da belki oruç tutan, hele rakısını da keyifle içen, Şamanizm’le karışık yaramaz Anadolu Müslüman’ı değil!… Öyle sadece antikomünistlik de yetmez… Beş vakit namazında, hatta şeriatçı olmalı… Bu dindar gençler elbette “solcu” olmayacak, dolayısıyle devletine, milletine, töresine, milli ve manevi değerlerine saygılı, itaatli olacaktı. 1990’larda da bu böyleydi.
Ama Uğur Mumcu böyle yetişmemişti. Amerika’ya, sermaye egemenliğine, gericiliğe karşı idi, laikti, misakı milliyi savunurdu; emperyalizme karşıydı. Kürt sorununun demokratik yollarla, başkaları karışmadan Türkiye içinde çözüleceğine inanıyordu. Ama emperyalizm destekli Kürt milliyetçiliğine karşı olduğu kadar, MHP tarzı Amerikancı, “Hira Dağı”cı, sermayeci kuru hamaset milliyetçiliğine da karşıydı. Bunlarsa, dış ve işbirlikçi egemenlerin hoşuna gidecek özellikler değildi.
Devletin polisi, kısmen savcıları hatta yargıçları ve “HALK” ile aynı devletin siyasi iktidarı, bu öldürmeler konusunda farklı noktadaydı. İktidarlar şeriatçı değildi, ama siyasi hayatları boyunca oy uğruna siyasi İslam’a iltifatta birbirleriyle yarışmışlardı.
Dolayısiyle bu cinayetlerle ilgili olarak İran bağlantılı siyasi İslamcılığa adeta kıyamıyorlardı. Ayrıca siyasi İslamcılık, 12 Eylül’ün kurumlaştırdığı Türk-İslam sentezi, Amerika’nın Sovyetlere, komünizme karşı ta 1950’lerde, soğuk savaş döneminde geliştirdiği bir “proje” idi: Ilımlı İslam.. Yeşil Kuşak… “Kıymak” ne demek, bu projeye itiraz etmeleri bile mümkün değildi.
1990’ların cinayetlerinin, Mumcu’ların katledilmesinin, zaten var olan zemini bu idi.
Uğur Mumcu ve öldürülen öteki solcu, ulusalcı, laik aydınlar neden “öldürülmüş” değil de “telef” olmuş veya “gebermiş”; “Uğruna geberip can verdiği Batıcı Kemalist rejimin cesedine bile sahip çıkmadığı Uğur Mumcu” imiş ve bu niye “zevklerin en büyüğü” imiş, bilmem anlaşıldı mı? “Cesedine bile sahip çıkmamak”la, gerçek katillerinin hele azmettiricilerin, planlayıcıların, tetikçilere talimat ve bütün desteği verenlerin hâlâ ortaya çıkarılmaması kast ediliyorsa bu vurgu hem doğru hem de terörist İslamcı birinin kaleminden çıkması açısından son derece önemli ve anlamlı! Özellikle “İslamcılara kıyamayanlar” bakımından!..
“Malum” bahçıvanların yetiştirdiği çiçeklerle dolu bu bahçede Mumcuların öldürülmesi kaçınılmazdı adeta. Onların öldürülmesine yukarıdaki sözlerle şenlik yapanların varlığı da şaşırtıcı değil.
Ama “Mumcu’yu İslamcıların öldürdüğünü sanmıyorum” demek kaçınılmaz olmadığı gibi, bu kadar net konuşabilmek de son derece şaşırtıcı. Çünkü kimin öldürmediğini (sandıklarını!) bu kadar açık söyleyenlerin, öyleyse kimin öldürdüğünü sandıklarını da aynı açıklıkla ilan etmeleri gerekir.
Biliyorlar mı? Hayır, bilmiyorlar. Öyleyse ya susulur. Ya da… Mumcuların ortak özellikleri, neye karşı, neden yana oldukları belli. Çok çeşitli ve geniş bir çevreyi sinirlendirmiş, ürkütmüş oldukları açık. Para babalarını, mafyayı, onun siyasi ortaklarını, işçi düşmanlarını, emperyalistler, Kürtçüler, şeriatçılar dahil Atatürk, cumhuriyet, laiklik, tam bağımsızlık düşmanlarını… MHP’lileri… Bütün işbirlikçileri…
Yazdıkları ortadayken, örneğin Mumcu’nun örneğin şeriatçı faşistleri “de” kızdırmadığı nasıl söylenir? Bahriye Üçok’un, Kışlalı’nın, Aksoy’un…
Bu çevrelerin tamamı muhtemel şüpheli listesini oluşturur. Bunlardan birini, faşist-gerici İslamistleri ayırmak, özellikle faşist şeriatçılığın doludizgin at koşturduğu bir Türkiye’de, o İslamistlerin, AKP’gillerin ekmeğine yağ sürmektir.
Düşmanımın düşmanı dostumdur mantığıyla neden işbirliği yapmış olmasınlar? PKK’dan da şüphelenirim, faşist İslamcılardan da. Humeyni’nin bir dönem düşmanlık yapsa da, bir dönem PKK’ya hayli kolaylık gösterdiğini, Öcalan’ın devrim ve özgürlük mücadelesinde dinden yararlanmak gerektiğini, dinin de devrimci bir silah olabileceğini yazdığını, yine bizzat Mumcu açıkladı yazılarında.
CIA’dan da şüphelenirim SAVAMA’dan da. MOSSAD’DAN da şüphelenirim SAVAK’dan da. BND’den de… MI-6’dan da…
Sermaye çevrelerini yazılarıyla az mı deli etmişti? Sermaye mafyayla içli dışlı değil mi? Sermaye’nin işi havale ettiği mafya, İslamcı Kürt faşistlere yaptırmış olamaz mı? Veya CIA ve MOSSAD bunların hepsini harekete geçirmiş olamaz mı? MOSSAD’ın Barzani ile yakın ilişkisini de (hem de öldürülmesinden 10 gün önce), Kürt Hizbullah’ını da ilk kez Mumcu yazmadı mı?
Bu kokteylde İslamcı faşistler gibi ülkücü faşistler de neden bulunmasın? Açık açık “Mumcu’nun Hür Avrupa Radyosu hakkında yazdıkları bizi tedirgin ediyordu. Talimatı Abdullah Çatlı verdi. C-4 bombayı ben hazırladım; ben ülkücüyüm, kontrgerillayım” diyen Abdullah Argun Çetin’i, Uğur Mumcu Vakfında 1997 Mart’ında hasbelkader bizzat ben dinledim. Anlattıkları doğru olmayabilir; ama sıradan bir ülkücünün bile kendisini Mumcu cinayeti ile ilişkilendirmeyi zihnen olağan, hatta “marifet” sayması yeterince anlamlıdır.
CIA yapmamıştır, MOSSAD bu işte yoktur, ülkücüler, laik ya da şeriatçı Kürtçüler, hele İran… mümkün değil, demek nasıl doğru değilse, Türk-İslamcılar yapmış olamaz demek de o kadar anlamsızdır. Yanlarında mıydık? Bizzat görsek kimdir, nedir hemen tanıyıp bilecek miydik? Göğüslerinde, hangi örgüte mensup olduklarına dair “yaka kartı” mı görmüştük?
“Son bir yıl içindeki yazılarında hiç İran veya İslam eleştirisi yoktu” iddiası ise tamamen geçersiz!
Ölümünden daha iki gün önceki 22 Ocak 1993 tarihli yazısının başlığı “İMAM SUBAYLAR!!!…”:
“İmam-hatip liselerini bitirenler neden ilahiyat fakülteleri ve yüksek İslam enstitülerine gitmiyorlar da ille de kaymakam, vali, savcı yargıç ve subay olmak istiyorlar? … Bugüne kadar imam-hatip liselerini bitiren 433.277 kişi var. Diyanet İşleri’nde çalışan imam-hatipli sayısı 39 bin… 10 kişiden biri… … Diyanet İşleri başkanlığında ilkokul mezunları imam ve hatiplik yapıyor. Başkanlık’ta çalışan ilkokul çıkışlıların sayısı 18.362… İmam ve hatip yetiştirilenler emniyet müdürü, savcı, yargıç, kaymakam, … subay olacak; hiç din eğitimi görmemiş ilkokul mezunları da imam ve hatiplik yapıp camilerde vaaz verecek. Bunda bir çarpıklık yok mu?”
Bugün bunu yaşıyoruz. Bunun en çarpıcı örneği de bizzat Fethullah Gülen!..
Aslında tek başına bu yazı bile yeter. Uğur Mumcu düzeyinde bir yazarın faşist İslamcıları kızdırması için başka şey yazmasına gerek yok!.. Geriye doğru yazılarını tarayanlar İslamcılara dümdüz küfrettiği bir yazı aramamışlardı herhalde.
Yine de öldürülmesinden önceki yazılarını ben de “kaymakam bakışı”yla taradım
17 Aralık 1992, 12 Aralık 1992, 6 Aralık 1992… Sadece Ekim 92’ye kadar… ‘92’nin başına kadar gitsek daha pek çok yazı bulunur.
Başta İMAM SUBAYLAR olmak üzere bu yazıların tamamı, İran bağlantılı-bağlantısız İslamcıları deli edecek yazılar…
Nitekim 2015 yılı 24 Ocak’ında yanılmıyorsam Yeni Şafak, Cumhuriyet’in yayınları üzerine “Uğur Mumcu, İslamcıların subay, kaymakam, vali olamayacağını savunmuştu; Cumhuriyet gazetesi hâlâ aynı çizgide… İmam hatipliler küçümseniyor” biçiminde tepki göstermişti.
Kurtuluş Savaşı’ndan, Lozan’dan, Cumhuriyet’ten bu yana, bu büyük zaferlerin en azılı düşmanlarını üç başlıkta toplayabiliriz: 1) Diz çöktürdüğümüz Batılı emperyalistler, düvel-i muazzama, 2) Onların bağımsız devlet vaadiyle alabildiğine şımarttığı Kürtçüler ve Ermeniciler, 3) Hilafet ve saltanat yıkıldığı, “masa ve kasa”larını, bütün imtiyazlarını kaybettikleri için İslamcılar. Bunlara, öldürülenlerin kimlikleri açısından elbette liberal kapitalist sistem ve onun yerli işbirlikçilerini, ülkücü tetikçilerini de eklemek gerek.
Bunların, katledilen Mumcu’lar açısından birbirinden farkı yok! Son dönemin ünlü deyimiyle hiçbiri masum değil; hepsi oradaydı!..
Bir başka ifadeyle, İslamcılar masum, derin devlet öldürdü diyorsanız, ikisi aynı şey. Amerika, emperyalizm derseniz İslamcılar; İslamcılar derseniz Kürtçüler; Kürtçüler derseniz ülkücüler; ülkücüler derseniz mafya; mafya derseniz iç ve dış sermaye; iç ve dış sermaye derseniz uyuşturucu ve silah kaçakçıları; bunları söylerseniz onların siyasi, bürokratik uzantıları beraat edip masumiyet müzesine gitmez. Hepsi iç içedir. Şu değildir, bu değildir demenin bu nedenle hiç anlamı yok!