“Bir ufka vardık ki artık, yalnız değiliz”
Bugün benim doğum günüm çocuk. Sen bilmezsin-keşke bilseydin- 35 yaşından sonra doğum günleri sancılıdır. Hele ki kadınsan ve bu toplumda didinmekten yorgun düşmüşsen, hedeflediğin her şeyin önüne toplum bir de kadın olduğun için ayrı bir engel koymuşsa ve saçların vaktinden evvel ağarmışsa. Bugün 37 yaşıma bastım. 18 yaşında çocuk sahibi olmuş olsaydım senin yaşında bir evladım olurdu. Şimdi olsa senin ismini veririm evladıma. 8 evladım olsa, sekizine de senin ve o büyük kavgada yitenlerin adlarını verirdim, sizin isimlerinizle yaşasınlar diye. Esas aile planlaması tam da bu olurdu. Daha bir sevgiliden mektup bile almamış mıydın çocuk? Gülüşüne vurulmayan yaşıtın var mıydı ki?
Doğum günleri insana kendisiyle yüzleşme imkânı da sunuyor. Sabahtan bu yana hatalarımı gözden geçiriyorum ve beni mutlu eden olayları, kişileri, mekanları desteliyorum bir köşeye. Ahir ömrümün en güzel Haziran’ı bu topraklarda senin ve yoldaşlarının o gözü kara direnişinizle var oldu. Bir Haziran çocuğu olarak en güzel doğum günümü kutlayacaktım iki sene önce bugün. Önce Ethem’e sıkılan kurşun, sonra sana atılan o son tekme geldi boğazıma oturdu. İki yıldan bu yana doğum günlerimde hep sen geliyorsun aklıma ve senin o hiç büyümeyecek olan gülüşün. “İyi yaşlanmak” isimli seminerler veriliyor bugünlerde, yaşlanacağımızın bir garantisi varmış gibi, ne kadar yaşayacağımızı biliyormuşuz gibi. Bir şey satın alırken “benimle mi yaşlanacak, sıkılınca atarım” diye düşünülen tüketim toplumunda, 140 karaktere sığdırılmış ifadelerin, günübirlik aşkların, 10 saniyelik videoların dünyasında bir uzun yürüyüştür Haziran çocuklarınınki. Sen kısacık ömründe bize güzel yaşamayı öğrettin çocuk. Yaşasaydın belki bir akşamüstü Turgut UYAR’ı ve onun Haziranlı şiirlerini keşfedip daha önce keşfetmediğine hayıflanacaktın. 1 Mayıs’ta Taksim’e çıkmaya çalışacaktın yoldaşlarınla. 35 yaşını devirdikten sonra, “ben yaşlandım artık gençler koşuştursun bu işlere” diyecektin şaka yollu. Merak etme, sen gittikten sonra da güzel şarkılar söylendi, el ele direndi yine yoldaşların. Bir kanadımız kırıktı velakin.
Burgazada’da gezerken yeşillikler içinde bir bank görmüştüm. Üzerine bir yoldaşın senin ismini yazmış. Senin gibi, senin yeşerttiğin umutlarımız gibi taptaze duruyor öyle deniz kenarında. Sait Faik seni tanısa o meşhur ipek mendil öyküsünü sana adardı muhakkak. Bir saf ipekten mendil gibi kayıp gittin avuçlarımızdan. Ardında bir yürek dolusu cesaret bırakarak. “17 yaşım gibi delikanlıyım” diyemeyeceğim elbette, ama kaç yaşında olursak olalım umudumuz hep 19 yaşındaysa, sen ve senin gibilerdendir çocuk. Yüzümüzdeki kırışıklıklar güldükçe daha çok ortaya çıkıyor. Hepsinin hikayesi var, botoks yetmez doldurmaya. En güzel hikâyeyi de sen yazdın. Bir gülüşünle eski tüfeklerin yıllardır sayfalar dolusu yazı yazıp da anlatamadığını anlattın hepimize. Emel Anne’nin Aliş’i, iyi ki doğdun çocuk, iyi ki cesaret verdin bize gülüşünle. Bir hıçkırık duruyor boğazımızda, sana atılan o son tekmenin hesabını sorduğumuz gün onu da esaretinden kurtarırız belki. Senin ve yoldaşlarının bizim yüreklerimizi esaretinden kurtardığı gibi.