Bir gazete haberinden yola çıkarak bu yazıyı kaleme alma ihtiyacı duydum.
Haber şöyleydi:
“Çiftçi-market-banka işbirliği kapsamında gerçekleştirilen bir proje ile çiftçiler, Migros’ta satılacak ürünlerinin bedelini vade beklemeden Ziraat Bankası’ndan peşin olarak alabilecek. Böylece, bir yandan üreticilerin alacaklarını daha kısa sürede tahsil etmesi sağlanırken, diğer yandan da üreticiden tüketiciye uzanan tedarik zincirindeki aracılar azaltılarak gıda fiyatlarının dengelenmesine katkı sağlanmış olacaktır.”
Tarımsal ürünün, bu şirket tarafından üreticiden tüketiciye ulaştırılmasının tarihi çok eskidir. Hatta aynı şirketin üreticilik yapması da o kadar eskidir.
Tarım sektöründe en kısa dağıtım kanalı ‘üretici-tüketici’ ilişkisidir. Örneğin Karacabey’den arabanızla geçerken tarlanın önündeki çardaktan kuru soğanı, Kırkağaç’dan geçerken kavunu aldığınızda en kısa kanalı kullanmış olursunuz.
Perakendeci iseniz ve direk üreticiden alım yapıyorsanız ikinci en kısa dağıtım kanalını (üretici-perakendeci-tüketici) gerçekleştirmiş sayılırsınız.
Sene 1967, benzer projenin başladığı tarihtir. Aktörler aynıydı ama daha fazlası da vardı. Çünkü Ziraat Bankası Migros Türk T.A.Ş.’nin ortağıydı…
Migros’un eski Genel Müdürü Oktay Irsıdar 60’lı yıllarda, Hatay’dan Finike’ye kadar olan bölgede direk tarladan ve bahçeden meyve sebze alımını ve hatta ekimini yapan sorumlu yöneticiydi. Yanlış duymadınız, örneğin 100 dönüm tarla kiralayıp şirket adına çiftçilik yapardı. Yani perakendeci üretici yerine geçer ve yukarda belirttiğim en kısa dağıtım kanalı gerçekleşirdi. Türkiye’de ilk ve tek olan buydu. Benim projeye dâhil olduğum yıl ise 1977…
O günkü fark çiftçiye avans veya ödemelerin çekle yapılıyor olmasıydı.
K.Maraş, Niğde ve Konya sınırları içindeki üreticilerden toplanan bakliyatın seleksiyona tabi tutulduğu (seçme, ayıklama) depo da Niğde’de bulunmaktaydı.
Antalya Bölgesinin kuruluşu 1970, Bursa Bölgesinin kuruluşu 1972, Seç-Al uygulamasının başlangıcı 1977 yıllarıdır. Bu da Türkiye’de bir başka ilktir.
Şimdi gelelim, bugün çok rastlanmayan bir diğer alım şekline…
Götürü alım usulü; tartı veya herhangi bir ölçü kullanılmadan, bunun yerine tahmine dayalı olarak fiyatın belirlenmesidir. Örneğin, henüz mahsul ortada yokken, bir elma bahçesindeki ürünün tümü için veya enginar tarlasındaki ürünün tamamı için pazarlık usulü ile yapılan satın alma işlemidir.
Gerçekleşmesi; satınalma işlemini yapacak kişinin ürün ve ticari bilgisinin yeterliliğine bağlıdır. Ayrıca bu yetki sadece güven duyulan kişilere verilebilir. Zira bahçeden ve tarladan tahmin edilen miktarın fazlası veya eksiği çıkabilir. Yani denetimi kolay değildir. Üstelik, bir perakendeci bu usulde aldığı ürünlerin tamamını mağazalarına sevk edemez. Üretim mahallinde kalite ve kalibraj ayrımı yapmak zorundadır. Önce ‘çıkma’ diye tabir edilen kısım (fire olarak) ayrılır. Daha sonra standart ölçülerde boylanmış ürünler mağaza tezgâhlarına, standart dışı kalite ve kalibrajdaki ürünler ise hale veya bazı pazarlara sevk edilir. Bu da gerçek ‘üreticiden tüketiciye’ köprüsüdür. Zira henüz mahsul yokken bahçe veya tarla perakendeciye geçmiştir. Haliyle perakendeci de üretici pozisyonuna geçmiş oluyor. Bu aşamadan itibaren, ürünün olumlu veya olumsuz mevsim şartlarından etkilenmesi perakendecinin kârı veya riski olmaktadır. Elbette riskin sigortalanması da standart bir önlemdir.
Migros o yıllarda, sadece mağazaları için değil, ihracata göndermek üzere de yüksek kalite standartlarında ve büyük miktarlarda alım yapardı.
Müşküle üzüm gibi narin bir ürünü İznik’ten Sirkeci Garı’na, oradan da her defasında soğutulmuş 40 vagonla İsviçre Migros’a ihraç ederdik.
İşin zorluğunu belirtmek için söylüyorum; toplama işçiliği uzmanlık ister. Örneğin, eğer kaliteli elmayı Isparta Eğridir’den alıyorsanız, usta işçiyi de Konya Bozkır’dan getirmelisiniz. Getirdiğiniz işçilere ev kiralamak, mutfakları için erzak temin etmek ve her türlü ihtiyaçlarını karşılamak zorundasınız.
Bitmedi. Örneğin, Libya’ya da elma ihraç ediyorsanız; Eylül sıcağında Isparta Eğridir’den, Antalya limanına yanaşan gemiye zamanında yükleme işlemini gerçekleştirmelisiniz. Erken gönderirseniz üründe bozulma olur. Yükleme gecikirse fazladan demuraj ödersiniz. İşte lojistikte en ince hesap budur. 70’li yılların sonuna doğru Libya’ya giden 3 gemiden 2 tanesinin kabul edilmeyip İzmir limanına dönüşü dramatik olmuştu. Yapılan hata ürünlerin limana erken indirilmesiydi. Beğenilen ve kabul gören ürünler ise Migros’un başarılı lojistik planlamasının sonucuydu.
Hatırlatmak isterim; Kaddafi döneminde Libya en titiz ithalatçıydı.
Dolayısıyla bu organizasyon başarıldığı takdirde; hem binlerce şubeye yetecek ürünü, hem ihracata göndereceğiniz ürünü, hem de gelecek dönemlerde satmak üzere soğuk hava deposuna koyacağınız ürünü toplamanız mümkündür.
Bu olay şahit olduğum bir çalışma olmayıp, tarafımdan gerçekleştirilen hayli zor bir organizasyondu. Aynı oranda kârlı bir operasyondu da…
Evet aracıyı kaldırmazsanız tezgahlarınızda fazla miktarda standart dışı meyve sebze bulunması kaçınılmazdır. Bu bakımdan üreticiye dönülmesi her zaman olumludur. Tersi durumda işletici firma desteğiyle ‘lüks manav’ olmak kolaydır ama fiyatları tutmak mümkün değildir. İlk hamlede aracılar devre dışı kalırken, ikincisinde ana unsur devre dışı kalır ve maliyeti de tüketici üstlenir.
Meyve sebze hem kaliteli hem de ucuz olmalıdır. İki özellikten biri diğerine feda edilmemelidir. Öyle ya, aracı başka hangi nedenle devre dışı kalmalı ki…
Belli standartların sağlanamadığı işletmelerde, ihracat şansı yakalanamayacağı gibi iç pazarda bile Hal’den alıp satana göre fark yaratmak mümkün değildir. Yapılan tüm çalışmaların karne notu son sahne olan mağaza tezgâhının görüntüsüne göre verilir. Buna etiket fiyatları da dâhildir.
Meyve sebze ticareti futboldaki kalecilik gibidir. Antrenmanda nasıl çalıştığınızın önemi yoktur, 85 dakika başarılı olmanız da yetmez, maçı son saniyesine kadar kazasız götürmek tek seçenektir.