Bir komşumuz kasalarda kuyumcu titizliğiyle dizilmiş pırıl pırıl meyveleri işaret ederek sordu, “Bunları taneyle mi satıyorsunuz?”
Bakkal Mevlüt, “Yok abla” dedi kendinden emin bir tavırla, “tane olur mu, kiloyla satıyoruz”.
Kadın, “Biz Amerika’da hep taneyle alıyoruz da” diye yanıtladı ve tek tek seçmeye başladı meyveleri.
İçimden, “Merak etmeyin, yakında taneyle değil, belki de dilim dilim satılacak bunlar” diye geçirdim, “Yüzde 7,5 filan bizi kesmez, hele büyüme hızımız biraz daha artsın!”
“Hayatın marketlerde mi geçiyor?” demeyin, ekmekti, yoğurttu derken hemen her gün birkaç parça için giriyorsunuz kasada kuyruğa. Son dönemin modası, “Gross Market”lerden birinde sıramı bekliyorum. Önümdeki arkadaş belli ki evinin aylık ihtiyacını bir kerede karşılamak istemiş. Bir türlü bitmek bilmiyor. Son parçayı da ekleyip tuşa bastı kasiyer ve “Dört yüz doksan üç lira” dedi, adamın uzattığı kredi kartını aldı. Çok dikkatle bakmış olmalıyım ki, “Ben emekliyim, bu alışverişi başka yerden yapsam en az 100 lira daha fazla öderdim” dedi. “Haklısınız, hepimiz aynı durumdayız. Harcadığımız her kuruşun hesabını yapmak zorundayız.” diye yanıtladım.
Çıktıktan sonra “bu alışverişi başka yerden yapsam en az 100 lira daha fazla öderdim” cümlesi aklıma takıldı. Birkaç gün önce aynı marketten aylık alışveriş yapmıştık. Kasa fişlerini buldum, üşenmeden aldıklarımın fiyatlarını internetten satış yapan marka olmuş büyük marketlerin fiyatlarıyla, yakınımızdaki marketin fiyatlarıyla karşılaştırdım. Gross marketten yaptığım alışverişin tutarı 322 liraydı. Aynı ürünleri, aynı marka ve aynı kaliteyle söz ettiğim diğer marketlerden almış olsaydım, en az 393 lira ödemem gerekecekti. Hiç abartmıyorum, arada tam 71 lira fark var!
Ekonomist değilim, çizmeyi aşmak istemem, bu konuyu köşe yazarımız, perakende konusunda yılların deneyimine sahip Ercüment Tunçalp’e bırakalım. Ama üniversite yıllarında okuduğum kadarıyla serbest piyasa ekonomisi bu olmasa gerek. İsteyen aynı malı tutturabildiğine satsın, eli kolu bağlı tüketici kazıklansın da kazıklansın! Reha Muhtar’ın kulakları çınlasın, marketin önünde “nerede bu devlet” diye bağırmak geliyor içimden.
“İsraf ediliyor” diye bir bahane uydurularak fırıncıların kârını arttırmanın yolunu buldular, ekmeğin gramajını azaltarak fiyatını bir lira olarak belirlediler. Bir parçasını yerde gördüğünde “nimettir” diyerek öpüp başına koyan yurdum insanı, ekmeğinin biraz daha çalınmasına sesini bile çıkarmadı. Ne de olsa yapılan zam değil, fiyat ayarlamasıydı. Üstelik bu sayede israf da önlenmiş olacaktı. Nedendir bilmem, yetkililer “israfı önlemek adına” bu kadar ince düşünmüşlerse de çöp kutularının yanına asılan bayat ekmek torbaları hiç eksilmedi.
Ramazan ayı boyunca da bardakaltı kadar kuru pideye iki lira ödemek zorunda bırakıldık. İsraf bahanesiyle küçültülerek sandviç kadar kalan ekmeğe de hasret kaldık. Bir ay boyunca fırınlar yalnızca sabah ekmeği üretiyor, akşam da el mecbur, kupkuru ufacık pideyi çaresizlikten iki liraya alıyorsunuz. Bütün mesele, daha çok kâr bırakan pideyi halka zorla dayatmak!
Ramazan ayını yeni uğurladık, davulcu terörüne değinmeden geçmeyelim. Bir ay boyunca gecenin köründe maruz kaldığımız davulcunun gazabından henüz kurtulduk. Lafa gelince “kimse kimsenin yaşam biçimine karışmıyor” ama uygulamada pek de öyle olmuyor. Ankara Çankaya bölgesinde Alper Taşdelen’den önce Bülent Tanık belediye başkanıydı. Onun döneminde Çankaya bölgesinde Ramazan’da davul çalmak yasaklanmıştı. Kimse kimseyi rahatsız etmemiş, oruç tutmak isteyen komşularımız da medeni bir şekilde saatlerinin alarmını kurarak oruçlarını tutmuştu. Tabii bu “davulculuk sektörü”nün bir de “ekonomik” boyutu var.
Yerel seçimlerden sonra ilk Ramazan öncesinde muhtarlıkta tanık olmuştum. Mahallede davulculuk yapmak öyle kolay değil. Önüne gelen davulu boynuna asıp eline tokmağı alarak gecenin bir yarısı mahalleye dalamıyor. Davulcu, oğluyla birlikte muhtarı ziyaret edip “geçen sene de biz çalmıştık” diyerek izin belgesi almak istedi. Muhtar kime izin verirse, Ramazan ayı boyunca kafanızı gece yarısı o şişirecek. İzin belgesini alınca “borcum ne kadar ağabey?” sorusuna “borcun filan yok” yanıtını alınca çok şaşırmıştı Hataylı davulcu. “Olur mu ağabey? Geçen sene tam üç bin lira vermiştim” dedi. Bu kez biz şaşırmıştık. Ne kadar safmışız! İki-üç yıl öncesinden söz ediyorum. Adam Hatay’dan kalkmış, davulunu almış, “ekmek parası” uğruna oldukça kalabalık ailesiyle birlikte Ankara’ya kadar gelmiş. Bir ay boyunca ailesinin karnını doyuracak, en berbat mekâna da sığınsa bir kira ödeyecek, muhtara üç bin lira gibi bugün için bile azımsanmayacak bir “harç” ödeyecek, üstüne de para kazanacak! Varın siz tahmin edin evleri dolaşarak toplayacağı bahşişi. Şimdiden duyurmak boynumun borcu; “bizler” Ramazan ayında çoluk çocuk, hasta, yaşlı demeden gece yarıları kapımızın önünde davul çalınmasını istemiyoruz, bu ilkelliği reddediyoruz!