Yıllardır İstanbul’un akciğerlerini söküp atıyor, yerine seçkin insanlar için, bazı bakanlar için, bazı gazeteciler için, lüks villalar yapıyorlar. Yemyeşil orman alanlarını iğrenç beton bloklara dönüştürüyorlar. Yalnızca Acaristanbul projesi için kesildiği iddia edilen ağaç sayısı 1 milyon! Devlet görevlilerinin, medyanın gözünün önünde gerçekleşti bu katliam. Göz mü yumdular bu talana dur demesi gerekenler? Hayır, göz yummadılar. Tam tersine, gözlerini dört açtılar, ortak oldular. Daha iyi görebilmek, paylarını alabilmek için, altlarında helikopterler vızır vızır geziyorlar akbabalar gibi İstanbul’un üzerinde. Görüyorsunuz, alıyorlar da paylarını. Halkın gözü, kulağı, sesi olması gereken medya, sütten çıkma ak kaşık değil ne yazık ki. Bakmayın şimdi kopardıkları yaygaraya. Bu villalar için reklam kampanyaları düzenlenmedi mi? Bu kampanyalardan ne kadar Amerikan doları kazandılar? Bu kampanyaları alabilmek için “haber” desteği verdiler mi vermediler mi?
Asıl önemli olan
Acarkent olayı, siyasetin, medyanın, devletin ne hale geldiğini göstermesi açısından çok önemli. Çuvaldız biraz canımızı yakabilir ama durumun medya açısından ne kadar vahim olduğunu anlayabilmek için kendimize batırmamız gerekiyor. İnsanlar haklı olarak, gazetelere, TV kanallarına güvenmiyorlar artık. Reklam, her şeye hâkim durumda. Reklam servisleri, gazetelerin sayfalarını, TV’lerin saniyelerini satabilmek için etik olmayan teklifler sunuyorlar 100 binlerce dolarlık kampanyalara. “Reklam verirseniz haber yaparız” çabuk öğrenildi piyasada. Artık normal sayılıyor, üzerinde konuşmaya bile gerek yok. Hatta küçücük bir bütçeyle reklam vermek isteyenler bile “reklam veririm ama haber yaparsan” teklifiyle gidiyorlar gazetelerin, dergilerin reklam servislerine.
Reklam – Yazıişleri
Medya kuruluşlarının reklam servislerinin, pazarladıklarının yalnızca sütunlar, santimetreler, saniyeler, kuşaklar olmadığının farkında olmaları gerekiyor. “Reklam verirsen haber de yaparız” yaklaşımı, bir basın kuruluşunun uyması gereken bütün etik değerleri bir kalemde yok edip, güvenilirliğini ayaklar altına seriyor. İçinde bulunduğumuz ekonomik koşulların, medyanın reklamlar olmadan ayakta kalmasına olanak tanımadığı da bir gerçek. Bu konuda basın meslek örgütlerine çok iş düşüyor. Çok geç olmadan medyanın güvenilirliğini ve saygınlığını kazanabilmesi için ne yapılması gerektiği tartışmaya açılmak zorunda. Halkın sesini duyurabilmek, hakkını arayabilmek için medyadan başka bir şeyi yok!