Bir dili -o dil sizin anadiliniz de olsa- tüm özellikleri, incelikleri ve ayırtıları ile kavramanın ne denli güç bir iş olduğunu yaşadıkça daha iyi anlıyorum. Dil denizinin derinliklerinde kulaç atarken insanın vurgun yemesi, soluksuz kalması, dip dalgalara kapılıp yitmesi işten bile değildir! O yüzden “dilde yiğitlik, efelik olmaz” sözünü kulağıma küpe yapmışımdır!
Usta yazarlar ve ozanlar, dil kuyumcularıdır! Onlar dili işler, dönüştürür, yeni ve yaratıcı anlatım biçimleriyle varsıllaştırırlar. Ama bunu biraz sezgi, biraz güzelduyu, biraz dil duyarlığı ile doğal yoldan yaparlar. Böyle olmasa, tüm yazın insanlarının dilbilimci olmaları gerekirdi. Oysa Doğan Aksan, Emin Özdemir, Feyza Hepçilingirler gibi dilci kimlikleri de olan yazarlarımızın sayısı çok azdır.
Türkçenin bellenmesi, akılda tutulması hayli güç yazım kuralları var. İnsan eline ayrıntılı bir dilbilgisi kitabı alınca Marx’ın Kapital’ini okuyormuş gibi soyut kavramlar sarmalında hafiften terlemeye başlıyor! Çünkü “tümce” deyip geçtiğimiz dilsel yapının ne denli karmaşık bir dizgesi olduğunu; sözcüklerin bu yapı içindeki dizilişinin nasıl bir mantığa dayandığını; sözcük türlerinin, tümcedeki görev ve işlevlerine göre yeniden belirlenip adlandırıldığını; “ek” ya da “bağlaç” dediğimiz kimi sözcüklerin bazen “ilgeç” (edat) niteliği kazanarak yeni anlam ilişkileri oluşturduğunu vb. şaşkınlıkla keşfediyorsunuz! Her Türkçe öğretmeninin bu incelikleri bilinçle kavrayıp özümsediği kanısında değilim. Günümüzde kimi ünlü yazarların bile “ilgi ekleri”nin bitişik, “bağlaçlar”ın ayrı yazılması gerektiğini bilmediklerine tanık oluyoruz!
Yazım yanlışlarından kaçınmanın önemli güçlükleri olduğu yadsınamaz. Ben bu güçlüğü, Rüstem Kurtoğlu’nun “de, ki, mi” bağlaç ve eklerini çok ayrıntılı biçimde incelediği dilbilim kitabını okurken daha derinden duyumsadım. Altbaşlığı “Yaygın Yazım Yanlışlarından Kaçınma Kılavuzu” olan bu önemli çalışmada, kitaba adını veren sözcüklerin işlevleri ve doğru kullanımları, sayfalar dolusu örneklerle anlatılmış. Rüstem Kurtoğlu, kitabının konusunu şöyle açıklıyor:
“Türkçenin en yaygın yazım sorunları, bu üç sözcüğün ve iki ekin yanlış yazımlarından kaynaklanmaktadır ve bu kitabın konusunu da; ‘de’, ‘ki’, ‘mi’ sözcükleri ile ‘-de” ve ‘-ki’ eklerinin doğru yazımları oluşturmaktadır.”
Yazara göre, yazım kargaşasına yol açan temel sorunumuz, bu dil birimlerindeki yanlışlar üzerinde yoğunlaşıyor. Ayrıca var olan yazım kılavuzlarında “de” ilgeci, “ki” ilgeci, “mi” ilgeci ve “mi” bağlacı kavramlarının yer almaması, Türkçenin okullarda eksik öğretilmesi sonucunu doğuruyor. Yazar, bu bağlamda “mi” ilgeci ile “mi” bağlacına “mi soru eki” denmesini yanlış bulduğunu belirtiyor ve kendi çalışmasında sözkonusu eksiklerin giderildiğini, böylece daha doyurucu bir kılavuz oluşturulduğunu söylüyor. Kitabın sonuna eklenen kapsamlı Dilbilgisi Sözlüğü ile de okurun dilbilim terimlerini doğru öğrenmesi amaçlanmış…
Rüstem Kurtoğlu, öğretmenkökenli bir dilci.Ankara Yüksek Öğretmen Okulu’ndaokuduktan sonraAnkara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yeni Türk Edebiyatı Kürsüsü’nde eğitim görmüş. Uzun yıllar çeşitli okullarda Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği yapmış ve 2007 yılında emekliye ayrılmış. Deneyimli bir dilci ve eğitimci olarak Türkçenin yazım sorunlarına çözümler üretmeye çalışıyor. “Yaygın Yazım Yanlışlarından Korunma Kılavuzu” da bu çabanın ürünü… (H2O Kitap, 2024)
Dilseverlerin sürekli başvurma gereksinimi duyacakları çok yararlı bir kılavuz kitap, Rüstem Kurtoğlu’nun bu değerli çalışması…
HAFTANIN NOTU
ŞİMDİ DÜŞÜNME ZAMANI!
Geride bıraktığımız yılın son cumartesi günü, Ankara’nın tarihi Tandoğan Meydanı‘nı yine on binler doldurmuştu. Saray rejiminin “asgari ücret” adı altında emekçilere dayattığı sefalet ücretine “hayır” demek için toplanmıştı insanlar… Evet, alan dolmuştu ama benim gönlüm daha büyük kalabalıklardan, milyonlardan yanaydı. Mitinge gelenlerin çoğu, ayda 12.500 liraya mahkûm edilen ve “bıçak kemikte!” diye haykıran emeklilerdi. Eylemlerde her zaman önde gördüğümüz kadınlar nedense bu mitingde azınlıktaydı. Gençler ise yok denecek düzeydi. Sendikaların, meslek odalarının ve demokratik kitle örgütlerinin katılımı da “temsili” olmanın ötesine geçmemişti. Benim bu mitingdeki gözlemim, örgütlerin kendi üyelerini ve seslendikleri kitleleri seferber etme, harekete geçirme yeteneğini büyük ölçüde yitirmiş oldukları doğrultusunda. Tavanla taban arasındaki bu kopukluk giderilemezse, örgütlerin eylem çağrılarının caydırıcı ve iktidarı geriletici bir özelliği kalmayacak…
Bir de şunu not edeyim: CHP, görkemli Adalet Yürüyüşü‘nden bu yana önemli mitinglere imza attı. Bu kitlesel eylemleri elbette çok önemsiyoruz. Ne var ki eylemler yapıldığı yerde kalıyor ve zincirleme eylemliliğe dönüşmüyor! Asgari Ücreti Protesto Mitingi de öyle oldu. Topluluk dağıldı; hepimiz yorgun argın evlerimize döndük ve “görev tamamlandı”!!! Etkisi bir gün bile sürmedi bu büyük protestonun! TV yorumcusu meslektaşlarımız da konuyu inatla gündemde tutacakları yerde, o gece “reytingi olan” başka tartışmaları yeğlediler…
Her birimizin şapkamızı önümüze koyup “Nerede yanlış yapıyoruz?” diye düşünmemiz gerekiyor. Yeni yıl, bu yaşamsal muhasebeyi yapmak için en uygun zamandır…