Her şey olmadığı gibi borçlanarak ve tüketerek sağlanan büyümenin sürdürülebilir olması da mümkün değildir. Verdiği hasar da görüldüğü gibidir.
Yani yaşadıklarımız…
Artan bütçe açığı, artan dış ticaret açığı, artan cari açık, yükselen enflasyon ve yükselen faiz oranları…
Zira nasıl büyüdüğümüz önemlidir. O zaman olaya bu açıdan bakmazsak olmaz.
Geçtiğimiz senenin yüzde 7,4’lük büyüme oranı, 2018’in ilk çeyreğinde de aynen tekrarlandı. Bu oran üretim kapasitesinin çok üzerinde bir suni büyüme olduğundan, piyasaya dolan para ve coşan tüketimle enflasyonu da yükseltti.
Bu kadar mı?
Yükselen dış borç ihtiyacı, artan riskler ve kaynak arama sonucu kuru da yükseltti.
Hani burada dış güçler?
Yukarda saydıklarımın tamamı bizim tercihimiz değil mi?
“Faiz sebep, enflasyon sonuç” diyenler var. Sağlıklı bir ekonomide durup dururken faizleri artıranın aklını kaçırması lâzımdır. Yani böyle bir şey sebepsiz gerçekleşemez.
Dolayısıyla enflasyon sebep, faiz sonuçtur. İspatı da; MB’nin gecikerek de olsa 1,5 ay içinde 3 defada yaptığı toplam 5 puanlık faiz artışıdır.
Bizim ithalata dayalı üretim yapımız hem maliyet enflasyonunu, hem de kuru artırıyor.
Teşviklerle ulaşılan yüksek büyümenin faturası; yüksek cari açık, TL’nin değer kaybı ve yüksek enflasyon olarak karşımıza çıkıyor.
Bunları 2017 yılı içinde yazdık, 2018 yılı ortalarında da yaşadık. Bu falcılık değil, ekonominin kuralıdır.
Üretkenliği artırmadan büyüme sağlamak her zaman risklidir. Hem iç talebi körükleyeceksiniz, hem de fiyat istikrarı sağlayacaksınız. Bu ikisi birlikte mümkün değildir. Enflasyonun tavan yapmasının da en önemli sebebidir.
Şirketlere garantili kredi imkânı, otomotiv ağırlıklı ihracat ve inşaatla sağlanan büyümenin faturası da enflasyonu artırdı.
Demek ki aşırı parasal genişlemenin ve aşırı kredi genişlemesinin sonunda yüksek büyüme gelse de devamı gelemez. Yüksek enflasyon büyümeyi kısar.
Sağlıklı ve sürekli büyüme için daha dar anlamda şirketlerden örnek verelim.
Bir şirketin sadece gelirini ve kârını artırmasını büyüme olarak tanımlamak gerçekçi değildir. Bir taraftan kârlılık artarken diğer taraftan hisse değerlerindeki artış önemlidir. Hatta ikincisi daha fazla tercih sebebidir. Zira şirket değeri uzun vadeli yatırımlarla artar. Bunu ilk sıraya alan şirketlerin düşük oranlı büyümeleri ise hoş görülebilir.
Şimdi tekrar ülkemizin yüksek büyüme kaydettiği son sahneye bakalım.
Türkiye ekonomisi 2018’in ilk çeyreğinde yüzde 7,4 büyüyerek Hindistan’ın yakaladığı yüzde 7,7’lik büyümenin ardından dünyanın en hızlı büyüyen ikinci ekonomisi olmuş.
Peki nasıl?
Ekonomik büyümenin neredeyse tamamı vatandaşın tüketimindeki artıştan gelmiş. Geçen yılın ilk çeyreğine göre tüketimini yüzde 11 artıran vatandaşların ekonomik büyümeye katkıları 6,74 puan olmuş. Yani yüzde 7,4’lük büyümede yüzde 91’lik paya sahip olmuşlar.
İlk çeyrekte dış ticaret ise ithalatın güçlü artışı ile ekonomiyi küçültücü etki yapmış. Geçen yılın ilk çeyreğine göre ihracatta artış yüzde 0,5’te kalınca büyümeye katkısı sadece 0,11 puan olmuş. Yüzde 15,6 büyüyen ithalat ise ekonomik büyümenin 3,69 puanını götürmüş.
Böyle bir büyümenin devamında yavaşlama beklenir. Kurlardaki sert yükseliş, kredi faiz oranlarındaki yüksek artış, tüketici güvenindeki gerileme bozulmanın en önemli işaretleridir.
Bu kadar mı?
Neredeyse hedeflenenin iki katına yakın çıkacak enflasyon oranı ve yüzde 68 artan cari açık en önemli iki sorunumuzdur. Nisan 2017’de 34 milyar dolar olan cari açık, Nisan 2018’de 57 milyar doları aşmıştır.
İşte bu çelişkilerin varlığı inişin ve durgunluğun işaretleri sayılıyor.
Dolayısıyla “büyüme” başlığı bir şey ifade etmiyor, ayrıntılar geleceğimizi belirliyor.
Bu konuda bir kıyaslama yapalım. Çin, cari fazla vererek büyüyor, biz cari açık vererek büyüyoruz. Cari açığı da dış borçla finanse ediyoruz. Biz büyüdükçe cari açık verdiğimiz ülkeler zenginleşiyor.
Şimdi Çin ekonomisinin ilk çeyrekteki yüzde 6,8’lik büyüme oranına bakıp, “biz onlardan daha fazla büyüdük” diyebilir miyiz?
Diyenler var. Bırakın söz konusu etmeyi, kıyaslama yapmak bile ayıp olur. Ancak ders çıkartmak amacıyla bunu mecburen yapıyoruz.
Borç yiyen kendi kesesinden yer. Borcun büyümesini ekonominin büyümesi sayıp erken sevinmek mutsuzluk getirir.
Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek de dâhil olmak üzere ekonomide önümüzdeki dönem için yavaşlama beklentisi herkesin hemfikir olduğu bir görüştür. Hükümetin alacağı kararlar bu durgunluğun süresini belirleyecektir.