İnsan yedisinde neyse yetmişinde de odur! AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Trabzon’da vatandaşlara konuşurken yaşanan skandalı izlerken ilk olarak bu atasözü aklıma geldi. Aklıma başka atasözleri de geldi ama kalsın.
Skandalı duymayan bilmeyen kalmamıştır herhalde. Erdoğan kürsüde konuşurken 10 yaşında bir çocuk yaklaşıyor, cezaevindeki babasının tahliyesini istiyor. Sonra “Bay Kemal” diyerek CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na hakaret ediyor. Bunun üzerine Erdoğan mikrofonu çocuğa veriyor. Çocuk bir kere daha Kılıçdaroğlu’na hakaret ederek Erdoğan’a oy istiyor, rabia selamı veriyor. Erdoğan ve protokol zevatının yüzlerinde güller açıyor…
Erdoğan malum, koruma ordusuyla dolaşıyor. Kendisine değil bir çocuk, uçan kuş bile izinsiz yaklaşamaz. Hal böyleyken o çocuk Erdoğan’ın bulunduğu kürsüye nasıl çıkabildi ve Erdoğan’a sarılabildi? Daha sonra anlaşıldı ki çocuk, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun marifetiyle kürsüye çıkartılmış ve Erdoğan’a erişimi sağlanmış. Çocukla önceden tanıştığı ortaya çıkan Süleyman Soylu, sosyal medyada “Çocuk, Eren Bülbül’ün katillerinin arkadaşlarına ‘hain’ demiş. Çocuktan al haberi!” diyerek sahiplendi marifetini.
***
Neresinden bakılırsa bakılsın, utanç verici bir skandal. Çocukların militarist gösterilerde konu mankeni olarak kullanılmalarına alışığız ama böylesini daha önce görmedik, duymadık. Öyle bir skandal ki, AKP medyası bile sayfalarında ekranlarında bu olayı suskunlukla geçiştirdi.
Skandalın, “İnsan yedisinde neyse yetmişinde de odur” atasözünü çağrıştırmasına gelince. Çağrıştırma nedeni Erdoğan’ın mizacı ve üslubu. Daha Kasımpaşa’da okul öncesi sabi iken küfür etmeye alıştırıldığını Erdoğan kendisi anlatıyor:
“Hava kararmadan önce eve girmek zorundaydık. Bizim evin karşısında Müşerref abla dediğimiz bir komşumuz vardı. Ben beş altı yaşlarındaydım. Çocuğum ya, küfür ediyorum ona. Ben küfrettikçe hoşuna gidiyor, o da benim popoma vuruyor. O vuruyor ben küfrediyorum. Babam gelince hemen şikâyet etmiş beni. Bundan haberim yok tabii. Babam içeri giriyor… Allah rahmet etsin. Alıyor beni tavana asıyor. Ancak ellerimden mi koltuk altlarımdan mı hatırlamıyorum. Orada 15 – 20 dakika kalmışım, dayım gelip kurtarıyor. O günden sonra da küfür faslı kapandı.”[1]
Ettiği küfürler nedeniyle 15 – 20 dakika tavana asılan ve dayısı tarafından kurtarılan bir çocuk. Tavana asılırken sözel şiddete de maruz kaldığı tahmin edilebilir. Aynı kitapta anlatıldığına göre, Recep Tayyip babasını üzdüğünde inanılmaz bir şey yapardı; hemen babasının ayakkabılarını öperdi. Bunun üzerine baba Reis Kaptan sakinleşir, gözlerinden yaşlar süzülür, bütün çocuklar babalarıyla birlikte ağlardı…
Dahası var. Her kentli çocuk gibi Küçük Tayyip de futbolu çok seviyor ama babası topla oynamasına izin vermiyor. Tayyip, futbol tutkusunu, babasından habersiz gittiği maçları ve kramponlarını evin kömürlüğünde sakladığını, babasından futbol oynama iznini dayısı aracılığıyla alabildiğini anlatıyor:
“Çok seviyordum futbolu. Benim için tutkuydu. Geceleri adeta uykuma giriyordu. Fakat babam ilk dönemlerde futbol oynamama müsaade etmedi. Uzun süre babamdan gizli oynadım. Top ayakkabılarımı eve hiç getirmezdim. Evimizin dışında kömürlük vardı. Babam görmesin diye kramponları kömürlükte saklardım. Ayakkabılarıma gayet güzel bakardım; gözüm gibi korurdum onları. Ben maçları oynar, o gün oynadığımı babama hiç çaktırmazdım. Sakatlanıp ağrıdan kıvranırdım ama babam eve gelince dişimi sıkar, sanki hiçbir şey olmamış gibi davranırdım. Ne kadar kötü olursam olayım, babam anlamasın diye hiçbir şey hissettirmezdim.”[2]
***
Psikiyatrist Cemal Dindar, küçük Recep Tayyip’in çocukluk anılarını, “Biat ve Öfke / Recep Tayyip Erdoğan’ın Psikobiyografisi” adlı kitabında değerlendirmiş. Cemal Dindar’a göre, Recep Tayyip’i olasılıkla cinsel içerikli küfürleri nedeniyle tavana asıldığında kurtaranın ya da futbol oynamakla ilgili talebi dolayısıyla yeni bir ‘tavana asılma’ vukuatına karşı kollayanın dayısı olması rastlantı değildir. Zaten öğrenciliğinde de pek başarılı değildir. Sadece üç dersten; yazı, beden eğitimi, hal ve gidiş derslerinden pekiyi alırdı.
Cemal Dindar, Erdoğan’ın “O günden sonra küfür faslı kapandı” sözlerinin inandırıcı olmadığını da savunuyor ve iktidara geldikten sonraki üslubunu şöyle değerlendiriyor: “Tansu Çiller’de, Mesut Yılmaz’da iktidar olma durumuyla değişen, incelen söylem Erdoğan’da değişime direnmiş, iktidarla birlikte çözülmüş, aslına rücu etmiş, argolaşmıştır.”[3] Argolaşan söylemde ne gibi sözcükler telaffuz ediliyor? Aktarmak bana düşmez. Meraklısı, AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın üç beş konuşmasına kulak verebilir veya “Kızınca patlıyor” başlıklı gazete haberine bakabilir.[4]
Ezcümle, Trabzon’daki skandal iletişim kazası değildir. AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın o çocukta kendi çocukluğunu görmüş olması kuvvetle muhtemeldir. İnsan yedisinde neyse yetmişinde de odur. Daha vahimi, Trabzonlu bir çocuğun katlettiği Hrant Dink’in eşi Rakel Dink, eşini toprağa verirken, “Bir bebekten bir katil yaratan karanlık sorgulanmadan hiçbir şey yapılamaz” diye gözyaşı dökmüştü. Trabzon’daki skandal, bir çocuğun nasıl olup da katile evrilebildiği sorusunun yanıtı olarak da okunmalıdır. Not: Bu yazıya ilgi gösteren okuyucu, aşağıdaki adreste kayıtlı yazıya da bakabilir:
https://rahmi-yildirim.blogspot.com/2019/04/elitist-fasizmden-lumpen-fasizme.html?m=1
[1] Yeni Yüzyıl, 8 Ocak 1995, Leyla İpekçi röportajı. Aktaran Fehmi Çalmuk / Ruşen Çakır, Recep Tayyip Erdoğan / Bir Dönüşüm Öyküsü, Metis Yayınları, İstanbul 2001, s: 18.
[2] Meydan, 1 Ekim 1994. Aktaran Çalmuk / Çakır, age, s: 25.
[3] Cemal Dindar, Biat ve Öfke / Recep Tayyip Erdoğan’ın Psikobiyografisi, Cadde Yayınları, İstanbul 2011, İkinci Baskı, s: 126.
[4] Bülent Sarıoğlu, Milliyet, 27 Ekim 2005. https://www.milliyet.com.tr/siyaset/kizinca-patliyor-132609