Zaman zaman dinler tarihine ilişkin tespitleriyle hem dikkat çeken, hem dinci kesimden tepki gören “Sümerolog” Muazzez İlmiye Çığ, 110 yaşında hayatını kaybetti.
Ölüm haberinin duyulmasıyla, her önemli olayda ikiye bölünmesiyle ünlü kamuoyumuz ve sosyal medyamız, bu kez üçe ayrıldı.
Bir yanda öldüğü günün neredeyse “yas günü” ilan edilmesini isteyenler, ışıklar içinde dinlenmesini dileyenler, bu kesimin daha mütedeyyin insanları olarak mekânının cennet olması için duacı olanlar vardı.
Öbür yanda, Muazzez hanımın Ortadoğu’daki tüm tek tanrılı dinlerin Sümer mitolojisi kökeninden çıktığı yolundaki tezini hazmedemeyip kendisinden nefret edenler, İslam adına cehennemlik olduğuna karar vererek müteveffanın ateşinin bol olması dileğinde bulunanlar, elinden gelse o ateşi kendileri tutuşturmak isteyenler yer alıyordu.
Her iki kesimin bu konudaki yaklaşımları, genel anlamdaki birbirlerine karşı görüşlerin bir kez daha dile getirilmesi gibiydi.
Ancak…
Her iki kesimin dışında, kendisinden razı olmayan, şikâyetçi olan üçüncü bir kesim vardı.
12 Mart -12 Eylül faşist askeri diktatörlük dönemlerini gördükleri işkencelerle karşılayan ve hiç hak etmedikleri halde zindanlarla mağdur olan pek çok insanın bu konudaki düşünceleri “değişikti”.
110 yaşına kadar mücadeleden vaz geçmemiş bir görünüm arz ederek bugünkü “cumhuriyetçi-laik” kesimde gönülleri fetheden Muazzez İlmiye Çığ’ın pek de gizli olmayan, geçmişte işlenen bazı suçlara suç ortaklığı ettiği iddiaları ortaya konulmakta gecikilmedi.
Türkiye’nin 12 Mart adıyla bilinen kanlı baskı dönemine adım atıldığı 1971 yılında İstanbul Gayrettepe’de adının baş harfleri HZİ olan bir “nöropsikiyatri vakfı” kurulmuştu.
Hamide Zekeriya İtil Vakfı.
Vakıf, o dönemde 57 yaşında olan Muazzez İlmiye Çığ’ın annesinin ve babasının adını taşıyordu.
Kendisi, annesinin ve babasının adını verecek kadar önemsedikleri bu vakfın yönetim kurulu başkanıydı.
Vakfın kurucularından önde geleni ise öz kardeşi Turan İtil’di.
Turan İtil, ABD’de okumuş, kariyer yapmış bir psikiyatristti.
Uzmanlık alanı, nöropsikiyatride psikofarmakoloji ve elektrofizyoloji idi.
Vakfın hipotezlerini Turan İtil üretiyor bu kuruluş, CIA destekli bazı “zihin kontrol programlarına” da dahil oluyordu.
Zurnanın zırt dediği yer tam da burasıydı.
“Zihin kontrol programları”.
Yani, terörist olmakla suçlanan -çoğu siyasi tutuklu- birilerinin zihnini kontrol ederek, neden “terörist” olduklarının analizini yapma eylemi!
İsmi bile ABD’de derin devletin benzer amaçlı bir kuruluşuna benzetilen Muazzez İlmiye Çığ başkanlığındaki vakıf, özellikle 12 Eylül’den sonra çalışmalarını cezaevlerine atılmış canlı denekler üzerinde yoğunlaştırmıştı.
Profesör Turan İtil, Mamak, Metris, Erzurum gibi siyasal tutukluların yoğun olduğu cezaevlerinde vakıf adına farmakolojik deneyler yapıyor, hatta bazı tutuklular vakfa götürülerek burada üzerlerindeki deneyler sürdürülüyordu.
Denekler, çok sonraları, üzerlerindeki çalışmaların farmakoloji ile sınırlı kalmadığını, zihin kontrolü ile ilgili araştırmalara da maruz kaldıklarını belirtiyordu.
Zaten Turan İtil de “cezaevlerindeki teröristler üzerinde yaptığı uzun araştırmalar sonucu, onların daha önce paranoid şizofren olduklarını zannederken hepsinin düpedüz aptal oldukları sonucuna vardığını” açıklıyordu.
Yani hakkındaki zihin kontrolü iddialarını doğruluyordu.
Anlaşılan, İkinci Dünya Savaşından sonra BM tarafından “insanlığa karşı işlenmiş suç” olarak kabul edilen bu eylemi yapanların, Türkiye’de sırtlarını dayandıkları askeri cunta tarafından suçlanma gibi bir korkuları yoktu.
1980’li yıllarda, askeri dönemin ardından Nokta, İkibin’e Doğru gibi haftalık dergilerin kapaklarında bu iddialar uçuşuyordu.
Muazzez İlmiye Çığ, kendisine bu iddialar sorulduğunda önce soran gazetecilere “nerden öğrendiniz bunları” diye sinirli biçimde soruyor, sonra, araştırma yapılırken tutukluların izninin alındığını söyleyerek bir yerde olanları doğruluyordu.
Üzerlerinde deney yapılan tutuklular ise bu sözlerin yalan olduğunu, kendilerinden izin alınmadığını söylüyordu.
Zaten, demir parmaklıklar arkasına atılmış, işkence görmüş, kendilerini hiçbir şekilde güvende hissetmeyen insanlardan, onları tutuklayanların aldığı iznin geçerliliği olamazdı.
Bu arada, Turan İtil’in vakıf adına yaptığı çalışmaların sol ve sağ tutuklular üzerinde sürdürüldüğü de ortaya çıkıyordu.
Kendisi, örneğin sağcıların geri zekâlı, solcuların paranoid olduklarına ilişkin bir “araştırma sonucunu” paylaşmaktan da çekinmiyordu.
Sonuçta, iki kardeşin vakfı, Türkiye tarihinin en karanlık sayfalarından birini oluşturuyordu.
Üstelik onca suç duyurusuna, yakınmaya, açıklamaya, dergi gazete haberlerine karşılık cezasız kalmış suçlamalar varken.
Vakfın yönetim kurulu başkanı sıfatını taşıyan ve her şeyden haberdar olduğunu “ama izin alınmıştı” diyerek belirten Muazzez İlmiye Çığ, 110 yaşında pek çok saygı ve sevgi mesajıyla hayata veda etti.
Bunca “saygı ve sevginin” altında, belki de bunca uzun yaşanmışlığın, görmüş geçirmişliğin, yaşın getirdiği pamuk nine sevimliliğinin bilinç altı etkileri vardır.
Bir “hak etmiştir” düşüncesi ise bana epey sıkıntılı geliyor doğrusu.