İnsan “taktiriyle”, aklıyla, çabasıyla, emeğiyle düzenlenebilen hiçbir şey, önlenebilecek hiçbir kaza, hastalık, doğal afet taktiri ilahi, “KADER”, “fıtrat” değildir.
Bir devlet başkanı kendi ülkesinde niye yüzlerce korumayla dolaşır? Suikaste, yani ölüme karşı önlem… Ölüm takdiri ilahinin zirvesi değil miydi?
Hastalandı. En güvendiği tıp profesörlerini çağırdı, ameliyat oldu. Yine takdiri ilahinin en ilahisine karşı (o camianın derunileri “başın sağ olsun” yerine “emir Allah’ın” der!), kadere karşı önlem… Ölüm bir 1. Derece takdiri ilahi değil miydi?
Halkın parasıyla, pek çok şeyi hiçe sayarak, “çatlasanız da patlasanız da yaptırıp içine oturacağım” dediği derebeyi şatosunda, adeta “tam teşekküllü devlet hastanesi” kurdurduğu, zaman zaman Küba’ya gittiği ya da Küba’dan doktor getirttiği konuşuluyor halk arasında. Bakkal, garson, kırtasiyeci, doktor, taksi şoförü… Hani ölüm kaderin planıydı? Niye direnir kader planına?
Kuşkusuz gereksiz, zamansız, önlenebilir ölüme karşı tedbir alması her insanın en tabii hakkı. Aklın gereği… İnsan tedbirleriyle önlenebilecekse hastalığa niye önlem almasın! Diktatör de insan… Layık olmasa da en insani hak! Kurşun da döktürüyor, muska da yazdırıyor, şişe de çektiriyor, sülük de yaptırıyorsa bile, halkına göründüğünün, gösterdiğinin tersine önce akla, bilime uyuyor.
Madem kader, sen de ölüver; yok kader değilse işçiler, depremzedeler, selzedeler de ölüvermesin!
Atasözüdür: “Deveni önce sağlam kazığa bağla, sonra Allah’a emanet et!..” Diktatör, “nas”a, takdiri ilahiye değil atasözüne bağlı sıkı sıkıya.
Ammaaa… İş maden, tren kazasına, depreme, sele gelince “fıtrat, kader, taktiri ilahi” demek kötülüktür, ruhsuzluktur. “Rabbena hep bana… Benim canım can, başkalarınınki patlıcan… Benim canım söz konusuysa fıtrat, kader, takdiri ilahi yok!” demektir.
Bu nasıl inanç, din, iman, “nas”? Bir 1 Mayıs’ta Taksim meydanı taleplerine karşı işçilere “ayaklar baş olmuş” demişti. Nasıl bir acımasızlıktır, kötülüktür ki bırakın ayakların baş olmasını (ki kendisi de “yırtık çarık”tan “saray”a yükseldi!) “ayakların” hayatı söz konusu olunca, sorumluluğu üzerinden atmak, bu yüzden oy kaybetmemek (nasıl olacaksa!) veya daha çok üretim, daha çok para uğruna “fıtrat, kader, takdiri ilahi, emir Allah’ın, güzel ölüm” diye bu kadar derin bir ruhsuzluğa memnuniyetle gömülmek!.. Senin sorumluluğun “ayakların” yaşamını da “tıpkı kendi yaşamın” gibi sağlam kazığa bağlamak; “kader planı deyip işin içinden sıyrılmak, zeytinyağı gibi suyun üstünde kalmak değil!
Madem “kader planına” inanıyorsun, sen de ölüver; yok kader değilse işçiler, depremzedeler, selzedeler de ölüvermesin! Kader planı sadece maden işçileri, depremzedeler için mi var? Sen o saçma kader planına sadece madende yanan, boğulan, deprem enkazında ölenler için mi inanıyorsun; senin için kader planı yok mu diktatör! Sen, patronlar, kar, para niye bu kadar önemlisiniz de, üstelik “çoğunluğu sana oy verdiği halde” onlar niye bu kadar önemsiz? Tahtını kaybetmemek bu kadar önemliyse, seni o tahtta tutan o milyonlarca garibana değil de, neden seçmen olarak oranları 0,1 bile olmayan zalim patronlara çalışıyorsun hâlâ, oy oranının %30’a düştüğü halde? Aynı cehennemin yolcusu olduğunuz için mi? Hâlâ bulgura, makarnaya, kömüre mi güveniyorsun?
Muhaliflerinin ölümünü hiç umursamıyorsun. Bu ilkellik onaylanamaz ama anlaşılabilir. Ama karı, parayı, hâlâ sana hayran, en azından bunca sene oy verip seni ve aveneni semirtmiş o çaresiz safların canından nasıl, niye üstün tutarsın?
Bütün bunların Türkiye’yi tam teşekküllü “İslam cumhuriyeti” yapmakla ne ilgisi var? Senin İslam’ın mı bu kadar acımasız, yoksa sen mi İslam’ı para, sermaye için kullanan bir acımasız? Üstelik sözü edilen, muhaliflerine zulüm değil doğrudan çok önemli bir kısmı sana oy verenlere zulüm… Öyle bol bulamaç un, bulgur, makarna, kömür, yağ, hele hele buzdolabı, çamaşır makinesi dağıtacak halin de kalmadı. İşçi, memur, emekli, maaşlarının bile ödenemeyebileceğinden korkuyor.
Uzun zamandır kendi ayağına kurşun sıkıyordun uygulamalarınla diktatör. Artık namluyu kafana doğrultmuş gibisin. Yani “akrep gibisin…” Allah’ı zahmetten kurtarıyor, kendi kader planını bizzat yapıyorsun. Kimsenin sana kötülük etmesine, zarar vermesine gerek yok; kendi dışında düşman arama, sen kendi kendini sokuyorsun “akrep” kardeşim.
Kendin kapitalist olmasan da, “Rize’den İstanbul’a yırtık çarıkla gelen” pek çok bilinçsiz yoksul gibi, yoksul olduğu için kendi sınıfından nefret eden ama zenginlere, zenginliğe hayran bir lümpensin. Güya savunduğun İslam da zaten zengin, sermaye karşıtı değil. En azından Muhammed’den sonrakiler tarafından bu hale getirildi. O dönemin Mehmet Cengizleri olan Ebu Süfyanlara karşı mücadele ettiğini, ya da tersine Ebu Süfyan’ın Muhammed’in en güçlü karşıtı olduğunu, bir “imam hatipli” olarak bilmiyorsan, sen bırak üniversiteyi, imam hatibi bile “arka kapıdan” bitirmişsin, ya da imam hatipler de emek sermaye çelişkisi açısından sistemin okulları (ki öyle) demektir.
Sen ölmemesi mutlak gerekli yüce varlıksın, maden işçisi “eğitim zayiatı” ha!
Sahi sen iktidarı kaybedip, baştan ayağa suç oluşturan edimlerinden yargılanıp mahkûm olmaktan mı; yoksa işlediği ağır, vahim, affı olmayan “GÜNAH”ları çok iyi bilen, bilmesi gereken uzman bir din tüccarı olarak “ÖLÜM”den, dolayısiyle “CEHENNEM”den mi daha çok korkuyorsun? Sen korktuğun için mi kaçıyorsun, yoksa asıl kaçtığın için mi korkuyorsun TAVŞAN KARDEŞİM!..
Yahut… Bir “kifayetsiz muhteris” olarak kendini, canını çok kıymetli bulduğundan mı; yoksa uzman bir din tüccarı olarak uzmanı olman gerektiği üzere CEHENNEM’e layık olduğunu bildiğin için mi korkuyorsun ölümden?
KORKMA! Senin tanrın bile hele senin cennetinle cehenneminle uğraşmaz. İşi mi yok! Sen kendi cehennemini kendi beyninde, yüreğinde bizzat yaratıyorsun, yarattın daha bu dünyada. Tanrına iş bırakmadın! Yoksa, adı üstünde sadece bir “tüccar” olduğun için bütün bunlara hiç mi inanmıyorsun?
Hiç böyle ilahi kaygılar taşımadan bütün bu günahları işledin, işliyorsan ve sadece kendini çok değerli bulduğun için sadece hapis ve ölümden korkuyorsan, sen de mi deistsin diye sormak lazım ama ateistler, deistler bile sana “aramıza hoş geldin” demez! Çünkü senin yine bir “Allah”ın var: Güç ve para!
Ateistler arasında da para ve güç-severler olabilir. Ama onlar hiç değilse din, inanç, nas, kader demez. Senin gibilerin en yaygın tezi, sizin sözde maneviyatçı solun materyalist olduğu…… Öyleyse materyalist ateistin para-güç sever olmasında şaşılacak yan yok! Ama aleme “bir lokma bir hırka… “peygamberimiz sofradan doymadan kalkardı”; sabır… tevekkül… bütün güzellikler öte dünyada; boş verin bu dünyayı…” talkını verenlerin bu dünyada bütün salkımları yutup “daha yok mu” demesine; kendisi ölüme karşı çılgın önlemler alıp başkalarına “kader planı” mavalı okumasına “şaşmak” çok az gelir. İnsanları hem de dinle kandırıp soymanın, hele ölümüne seyirci kalmanın cezası çok daha ağır olmalı!