Bu ülkede siyasetin, devletin ve toplumun kılcal damarlarına hücrelerine sinmiş alaturka dinci faşist zihniyetin on binlerce hayatı söndüren depremlere karşın değişmemesi, değişenin sadece kişiler olması kader midir?
Ülkemiz dünyanın en tehlikeli deprem kavşağında. Deprem denilince akla ilk gelen Japonya kadar tehlikeli. Ölü Deniz, Doğu Anadolu, Kuzey Anadolu fay hatlarındaki kırılmalar çok geniş bir alanda unutulmayacak kayıplara neden oluyor.
Kuzey Anadolu fay hattının batı ucunda Gölcük merkezli 1999 tarihli depremin travmasını hâlâ atlatamadık, bu kez Pazarcık ve Elbistan merkezli çifte depremin acısıyla kavruluyoruz. Gölcük depreminde enkaz altında kalan devlet ve toplum bugün de enkaz altında; siyasete devlete topluma egemen zihniyet değişmemiş, sadece kişiler değişmiş.
***
Gölcük merkezli 17 Ağustos 1999 depreminde de devlet felce uğramıştı. Başbakan Bülent Ecevit aynı gün kara yoluyla gidebildiği Adapazarı’nda şöyle feryat emişti:
“Türkiye’nin hiçbir yeriyle telefon bağlantısı yok. Şimdi durumu TRT aracılığıyla Ankara’ya bildiriyorum. Buradan devlet kuruluşlarına sesleniyorum. Çünkü telefonla direktif veremiyorum. Zayiat çok büyük. Vatandaşlar duygusal olarak haklılar ve kızgınlar. Benim tanık olduğum en büyük doğal afet. Allah devletimize milletimize kolaylık versin!”
Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de Düzce’de felaketzedelere hitap ederken çok tanıdık cümleler kurmuştu:
“Bu Cenab-ı Allah’ın takdiridir. Müslüman ülkeyiz. Doğanın gücü dediğimiz afetler olduğu zaman insan oğlunun ne kadar acze düştüğünü ilk defa görüyor değiliz.”
Devletin en yüce katlarında teşhis böyle konulunca, yani “takdir-i ilahi” teşhisi konulunca tedbir de kendiliğinden gelmişti: “Allah beterinden ve tekrarından saklasın! Amin!”
Teşhis ve tedbir böyle takdir edilince hesap sorulacak mercii kalmamıştı. Öyle ya, “Kimden davacı olunacak, hesap sorulacak? Depremden. Ama depremden davacı olunamaz, hesap sorulamaz. Çünkü Cenab-ı Allah’ın takdiriyle yıkmıştır.”
***
Aradan 24 yıl geçti. Bu kez Ölü Deniz ve Doğu Anadolu fay hatlarındaki depremlere on binlerce insanımızı, kentlerimizi kurban verdik. Devlet yine felç oldu, Gölcük depreminde olduğu gibi insanlar yine çaresizlikleriyle baş başa kaldılar. Devletin tüm erkini kendisinde toplayan Recep Tayyip Erdoğan ikinci gün deprem bölgesine gidebildi, Pazarcık’ta bilinen zihniyeti yineledi:
“Olanlar hep oldu. Bunlar kader planının içinde olan şeyler. Her şeyden önce Müslümanız. Kader planına inanmış insanlarız.”
Ara not: “Kader planı” ama itibarından lüksünden zerre kısıntı yok, deprem bölgesinde bile bir tabur korumayla dolaştı. Bir farkla ki, depremzedelerin başlarına çay poşeti atmadı!
***
Dediğim gibi, onca felaket deneyimine karşın devletin ve toplumun kılcal damarlarına hücrelerine sinmiş ırkçı ümmetçi milliyetçi faşist zihniyette değişiklik yok, değişen sadece kişiler.
Gölcük depremi sonrasında komşu ülke Ermenistan arama kurtarma timi göndermek istemişti. Ancak koalisyon hükümetinin ortağı MHP, sırf Ermeni olduğu için engel olmuştu.
Aradan çeyrek asır geçti. Marmara depreminden daha yıkıcı bir depremin enkazı altında kaldık. Ne mutlu ki büyük insanlık kötülüğün yanı sıra iyilik de üretiyor. Dünyanın her yerinden her inançtan her milliyetten devletler yardıma koştular. Kıbrıs Rum Cumhuriyeti de felaketin hemen ertesinde arama kurtarma ekibi göndermek istedi. Ne var ki, 24 yıl önce Ermenistan’a nasıl ret yanıtı verildiyse bugün de Kıbrıs Rum Cumhuriyeti’ne ret yanıtı verildi. Böyle ağır bir felaketin ortasında bile böyle ağır bir kötülük. İnanılır gibi değil. Düşmanlık da bir yere kadar!
***
Tekraren, devletin, siyasetin, toplumun kılcal damarlarına sinmiş alaturka faşist zihniyette esaslı bir değişiklik yok; değişen kişiler.
Değişen kişiler ama elbette değişen bir şeyler de var. Değişeni değişmeyeni topluca sıralamak ciltler dolusu kitaba ancak sığar. Ben, önemli gördüğüm bazı farklılıkları belirteyim.
Gölcük depremi sırasında her şeye karşın sosyolojik teolojik ahlaki fay hatları kırılmamıştı. Bugün toplumun devletin bu fay hatları da kırıldı; devletleşen dinci faşist ittifakın zorlamasıyla toplum ve devlet, inanç odaklı bir düşmanlaşmanın uçurumuna savruldu.
Gölcük depremi sırasında egemen siyasi otorite her şeye karşın toplumun ve felaketzedelerin tümünü kucaklama iddiasındaydı. Merkezi hükümet, yerel yönetimleri dışlamıyordu. Bugün ise egemen siyasi otorite, daha doğrusu “Şahsım” sadece kendisine Müslüman! CB sıfatıyla (yalandan da olsa) herkesi kapsayan duruş sergilemesi gerekirken (nasıl bir kibirle malul ise) muhalefet ile diyalogdan kaçınıyor, Tansu Çiller ile görüşüyor. Tansu Çiller’in deprem felaketi konusunda vereceği nasıl bir akıl, bilgi ve tecrübe birikimi varsa…
Gölcük depremi sırasında devletin beceriksizliğine karşı medya tümüyle eleştirel yayın yapıyordu. Bugün ise medyanın yüzde 90 kadarı iktidar tarafından besleniyor; devletin aczini beceriksizliğini mazur göstermeye çalışıyor.
Gölcük depreminde devletin en örgütlü en donanımlı, hareket kabiliyeti en yüksek birimi ordu, felaketin ilk saatlerinde sahadaydı. Bugün ise ordu ancak felaketin üçüncü gününde sahada görünmeye başladı. Maden facialarında deneyimli kurtarma ekipleri de öyle.
Gölcük depreminde merkezi hükümetin en yetkilisi Başbakan Bülent Ecevit, kızgınlıklara eleştirilere karşı nezaketi elden bırakmıyordu, olağanüstü hal ilanına gerek duymamıştı. Öyle ki, ekonomik kriz patladığında kapısının önüne yazar kasa fırlatılabiliyordu… Bugün ise merkezi hükümetin en yetkilisi “Şahsım” hemen olağanüstü hal ilan etti. Afet yönetimindeki eksikleri eleştiriler hakkında “Haysiyetsiz”, “Namussuz”, “Şerefsiz” diyor, sövdükçe sövüyor; “Günü geldiğinde, şu anda tutuğumuz defteri de açacağız” diyerek tehditler savuruyor.
Ara not: CB olmasa ağzını daha da bozabilirmiş. İyi ki CB olduğunu unutmayıp dilini tutmuş! Dilini tutmasa kim bilir daha neler söylerdi!
Gölcük depremi ve öncesinde de kamu yönetiminde liyakat ve ehliyet kâğıt üstündeydi. Bugün kâğıt üstünde bile ehliyet ve liyakat aranmıyor. Deprem felaketine acil müdahale etmek ve koordinasyonu sağlamak üzere kurulan AFAD’ın Afetlere Müdahale Genel Müdürü’nün eğitimi donanımı nafile ibadetten ibaret. Sadece AFAD’ta değil tüm kamu yönetiminde imam hatip mezuniyeti ya da parti üyeliği istihdam edilmek için yeterli koşul. Öyle olunca da deprem felaketinde ölenler için sela okutmak ve dua etmek dışında bir şey yapılmaz; yapılırsa da toplumsal siyasal baskının zorlamasıyla yapılır. Covid19 salgınında ve ülke tarihinin en dehşetli orman yangınlarında da aynı liyakatsizlik ve ehliyetsizlik vardı.
***
Yazılacak konuşulacak çok ama çok şey var. Bu yazının son sözü olmak üzere:
Depremle baş etmek mümkün olmayabilir. Depremden daha acı olanı, sosyolojik teolojik ahlaki fay hatlarındaki kırılmadır.
Gölcük merkezli 1999 depremi Atatürk ve sözde laiklik ile aldatan zihniyetin iflasıydı.
Maraş merkezli 2023 depremi de Allah ve din ile aldatanların iflası oldu: Ekonomide iflas, dış politikada iflas, iç siyasette iflas, nihayet felaketlerde iflas ve ayrımcılık…
Bu iflas ve ayrımcılık kader değil. Gençliğimdeki heyecan ve idealizmle vurgulayayım. Dileyen hamaset ve slogan saysın: Bu hastalıklı kirli zihniyet ancak devrimle temizlenir!