En kısa tarifi; “Durgunluk içinde enflasyon”dur. Ekonomik bunalım olarak da açıklanabilen stagflasyon; işsizliğin, yetersiz bir ekonomik büyümenin, kullanılamayan üretim kapasitelerinin, yaygın ve sürekli fiyat artışları ile birlikte görüldüğü ekonomik istikrarsızlık olarak da tarif edilebilir. Herhalde bu son ifademden bu konunun neden şimdi aklıma düştüğü anlaşılmıştır. Ancak yine de ayrıntılar ve örnekler daha açıklayıcı olabilir.
2016 Eylül döneminde işsizlik oranı yüzde 11,3 seviyesinde ve son 20 ayın zirvesinde gerçekleşmiştir. Yeni yöntemle hesaplanan verilere göre yılın üçüncü çeyreğinde büyüme yerine yüzde 1,8 oranında daralma yaşanmıştır. Elbette bu neticede 15 Temmuz ve terör saldırılarının olumsuz etkisi vardır. Ancak yılın ikinci çeyreğinde de yüzde 3,1 ile beklentilerin altında gerçekleşmiş olan büyüme oranının bile devletin savunma ve güvenlik harcamaları ile vatandaşın ulaştırma ve haberleşme harcamalarından geldiği bilinmelidir. Oysa Türkiye ekonomisi 2016 yılının ilk çeyreğinde geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 4,8 ile beklentilerin üzerinde büyüme kaydetmişti. Son zamanlarda kurdaki artışı ve Merkez Bankasının faizdeki tutumunu da dikkate alırsak 9 ayda nereden nereye geldiğimiz daha iyi anlaşılır.
Merkez Bankası yılın son toplantısında faizi sabit tutma kararı almıştır. Amerikan Merkez Bankası’nın (Fed) faiz artırma kararı arkasından, bizde de 0,25 puan faiz artırımı yapılacağı tahmini tutmamıştır. Herhalde büyümenin canlandırılması amacıyla bu kararın alındığı anlaşılıyor. Ancak bu tercih kurdaki değişimi yukarı yönlü etkilediği gibi tüketici güvenini olumsuz etkileyerek iç talebe de olumsuz yansıyacaktır. Yatırımların da iniş yönlü olmaya devam edeceği kuvvetli tahmindir. Nitekim tüketici güven endeksi (TÜİK ve Merkez Bankasının ortaklaşa düzenlediği) Aralık ayında bir önceki aya göre yüzde 8 oranında azaldı. Yeni yıla 63,38’lik tüketici güven endeksi ile girildi. 0-200 arasında değer alan tüketici güven endeksinin 100’den büyük olması tüketicilerin iyimser, daha küçük olması ise kötümser olduğunu ifade eder. Yukarıdaki rakam da kötümserliğin derecesini ortaya koymaktadır. Faize dokunulmaması, kurun yukarı doğru seyretmesi, mali disiplin ve enflasyonla mücadelenin zayıfladığını gösterir. Bu durumda tüketiciler de önlerini görmeden talebi artırmazlar.
En haksız vergi enflasyondur. Yoksulu daha yoksul, zengini daha zengin yapar. Ayrıca dolaylı vergilerde asıl yükü tüketici çeker. Enflasyon sebebiyle dolaylı vergilerde matrah artışı tüketicinin yükünü daha da artırır.
Merkez Bankası 2016 enflasyon hedefi yüzde 5 idi. Sonradan tutmayacağı anlaşılınca tahmin yüzde 7,5 olarak değiştirildi. Sonuçta 2016 enflasyonu yüzde 8,53 olarak gerçekleşti. Haliyle bu kadar büyük sapmanın normal karşılanması mümkün değildir. 12 senelik enflasyon ortalamamız yüzde 8,3 dür. Tek rakamlı olması bizi rahatlatmasın. Zira gelişmekte olan ülkelerde bu ortalama yüzde 6’dır. İşte TL’nin diğer ekonomilere göre sürekli daha fazla değer kaybetmesinde bu biriken enflasyonun da önemli katkısı vardır. Nitekim 30 Haziran / 30 Aralık döneminde parası en çok değer kaybeden ülke (yüzde 19) biz olduk.
2016 yılında gerçekleşen yüzde 20 civarındaki devalüasyonun neticeleri 2017 yılında yaşanacaktır. Zira kurlardaki artış fiyatlara henüz yansımadı.
OECD tarafından stagflasyon; “üretimin durması, enflasyonun ve işsizlik seviyesinin yükselmesi” şeklinde açıklanır. Buna göre stagflasyonu önlemenin yolu; kamu harcamalarını hızlandırma yöntemi ile ekonominin canlandırılmasını sağlamak değildir. Ancak tüketim harcamalarının yükselmesi ve piyasada güvenin sağlanması ekonomik canlanmayı mümkün kılabilir. Elbette maliye politikalarına ilişkin tedbirler çoğu zaman siyasi otoritenin politikaları ile ilgilidir ama para politikası kısmı Merkez Bankası kararları ile ilgilidir. Ekonomide stagflasyonist eğilimlerin arttığı dönemlerde; bozulan istikrarı düzeltmek amacıyla siyasi otorite ile birlikte akıl yürütmek ihtiyaçtır.
Ancak Merkez Bankası’nın bir görevi de; uluslararası ekonomik gelişmeleri ve uluslararası para piyasası hareketlerini dikkate almaktır. İşte bağımsızlık ihtiyacı burada oluşmaktadır.
FED faiz artırdıkça ve biz hareketsiz kaldıkça sermaye çıkışı devam edecektir. Kurda son aylarda yaşanan artış, ABD Merkez Bankası’nın yeni alacağı kararlar ile daha da yukarıya çıkabilir. Yerinde saysa bile bütün ithal girdilerin fiyatları yükseleceğinden ve ayrıca petrol varil fiyatlarındaki ortalama yüzde 35 artışın tetiklemesiyle perakende fiyatlarda önemli yükselişler izlenecektir. Bunun ışığında 2017 enflasyonunun çift rakamlı olacağını söylemek için falcı olmaya gerek yoktur.
Küresel ekonomideki sıkıntılar da, tedbir almadığımız takdirde bizi olumsuz etkileyebilir. Mesela Çin’deki ekonomik yavaşlama, AB ve Japonya’da önlenemeyen düşük enflasyon da bütün ülkeleri ilgilendiren hususlardır.
Terör olaylarının tahribatı ve henüz oturmayan adalet sistemi de ekonomi iklimini bozan diğer unsurlardır. İster yatırımcı, isterse turist olsun, yabancıların Türkiye’ye ilişkin iyimserliklerini kaybetmesi iyi olmaz. İşte önemli bir açığımız da maalesef burada oluşmaktadır.