Saptırılmaya çok müsait olan bu konuya, siyasette taraflı bir kişi olarak değil, sadece ülkesini seven bir vatandaş gözüyle yaklaştığımı belirterek başlayayım.
Elbette Türkiye’deki hükümetler KKTC’nin iç siyasetine karışmasınlar. Ancak KKTC’de Türkiye Cumhuriyeti’nin garantör sıfatını unutmasın.
Bu şerhi koyduktan sonra esas konumuz olan sorunlu zihniyete dönelim.
Rumların desteklediği KKTC Cumhurbaşkanı Adayı Mustafa Akıncı’nın 2. etapta daha fazla şansa sahip olduğunu kabul etmek gerekir.
Önce, seçimin 1. etabından sonra kendisine destek veren Rum gazetelerinin manşetlerine göz atalım:
• Fileleftheros: “Akıncı baskıya dayandı, Ersin Tatar ile son mücadele gelecek pazar, Belirleyici Erhürman olacak, Anahtar Erhürman’ın elinde…”
• Alithia: “Cumhurbaşkanı’nı Erhürman belirliyor.”
Yani adamlar bizim kadar duruma hâkimler; üçüncü sırada yer alan Erhürman’ın, yüzde 21.68’lik oy oranı ile elenmesi ardından Akıncı’yı destekleyeceğine o kadar eminler ki!
• Politis: “Türkiye’nin müdahalesi Kıbrıslı Türkleri manipüle etmeye yetmedi.”
Tersine, kendileri tarafından yapılan manipülasyonun yettiğine inanıyorlar.
Kimse enseyi karartmasın, Kıbrıs’ta verdiğimiz şehitlerin döktüğü kanı kimse boşa çıkartamaz!
Mustafa Akıncı’nın anlamadığı bir şey var. O topraklarda Rum’un dediği olamaz, Türk tarafının dediği olur. Elbette Kıbrıs Türkleri ile birlikte…
Neden mi?
Çünkü o topraklar uğruna çok can verdik, çok kaynak ayırdık. Elbette demokrasi adına halkın istediği, oy verdiği kişi o önemli koltuğa oturur. Burada sorun yok. Ama o koltuğa oturan, halkın temsilcisi gibi değil de, babasının çiftliği gibi devleti yönetemez!
Pazar akşamı ara bölgede birkaç yüz Rum serserisinin meşaleler ile yangın çıkartmasının ne anlama geldiğini biliyoruz.
Sakın erken sevince sebep olmasın!
Akıncı, açık açık kimin adına konuştuğunu hiç sıkılmadan açıklıyor zaten. Yani niyetini saklamıyor, tane tane anlatıyor!
Şükredelim ki böyle davranıyor…
O koltuğun sahibi olarak, şehit kanı ile sulanmış toprağın bir kısmını Rumlara vereceğini söylüyor.
Her söylediğini kelimesine dokunmadan hatırlatayım:
Diyor ki; “Kıbrıs’ta çözüm istiyorsak, bizim Rumlardan aldığımız topraklardan, hepsini de değil, bir miktarını iade etmemiz lazım.”
Kulaklarımla duymasam, kolay kolay inanamazdım. Muhterem, ‘hepsini birden iade etmemesi’ni lütuf olarak takdim ediyor!
The Guardian Gazetesine verdiği bir röportajda da tuhaf ifadelere devam ediyor. “İkinci bir Tayfur Sökmen olmayacağım” diyor.
Tayfur Sökmen, Fransız mandasına ve o tarihteki Fransa sömürgesi Suriye’ye bağlı olan Hatay Devleti’nin, 1939‘da referandumla Türkiye’ye katılmasını sağlayan Cumhurbaşkanı idi. Bir Türk evladı, zaten Anadolu’nun parçası olan bir vilayetin düşman elinde kalmasını içine sindirebilir mi?
Akıncı’nın ne demek istediğinin iyi anlaşılması için kısa bir özet sunayım:
Misak-ı Millî sınırları içinde bulunan Hatay (İskenderun sancağı), 1921‘de Fransa ile yapılan Ankara Anlaşması ile hiç arzu edilmese de Türkiye sınırları dışında kalmıştı. Bölge Suriye ile Fransız mandası altına girmişti.
Türkiye o günün şartlarında, hiç olmazsa bölgeye özerklik verilmesi ile ilgili bazı maddeleri antlaşmaya ekletmişti. Büyük mücadelelerden sonra, Milletler Cemiyeti’nde İskenderun ve Antakya’nın iç işlerinde tam bağımsız, dış işlerinde Suriye’ye bağlı özerk bir devlet olduğu kabul edildi.
Ağustos 1938’de Türkiye ile Fransa’nın gözetimi altında Hatay Meclisi seçimleri yapıldı. Fransa Hatay’daki askerlerini çekip bölgeyi Türkiye’ye terk edince, 23 Haziran 1939 tarihinde Hatay Meclisi oy birliğiyle aldığı bir kararla Türkiye’ye katıldı.
Kısaca böyle…
Dikkatinizi çekerim; Akıncı, “Fransa’nın orada ne işi vardı?” demiyor, Hatay’ın o tarihte Fransız sömürgesi olan Suriye’ye bağlı kalması yerine, Türkiye’ye katılmasını da içine sindiremiyor!
Peki bunu nasıl ifade ediyor?
Millî Kahraman Tayfur Sökmen’i ‘neden düşmanla iş birliği yapmadı’ diyerek küçümsüyor.
Elbette Akıncı kendisi de itiraf ettiği gibi “ikinci bir Tayfur Sökmen” olamaz. Sökmen, bir Millî Mücadele Kahramanıydı. Herkese nasip olmasını dilerim!
Akıncı gaflara devam ediyor; “Rumlarla birleşme başarılamazsa, Kuzey Kıbrıs daha fazla (Türkiye’ye) bağımlı hale gelir, Ankara tarafından yutulabilir ve de facto Türkiye iline dönüşebilir. Kuzey Kıbrıs’ın Türkiye’ye bağlanması korkunç olur.”
Yani Türkiye’ye bağlanmak korkunç, Rum’la birleşmek kurtuluş!
En tuhaf beyanı ile bitireyim; “1974’te, biz adına Barış Harekâtı desek de, bu bir savaştı ve akan da kandı…” diyebiliyor.
Bir insan bu kadar hakikati idrakten yoksun olabilir mi?
O harekât olmasaydı zatıaliniz hangi ülkenin Cumhurbaşkanı olacaktı?
‘Barış Harekatı’nın doğru bir tanım olduğunu, Temmuz 1974 ‘ten bu tarafa bir kişinin bile burnunun kanamaması teyit etmiyor mu?
O tarihten öncesi ise herkesin malumudur…
Ne kadar kolay unutuluyor!
Akıncı, 1974 öncesinde olanları o tarihte henüz doğmamış olan gençlere anlatacağına, sırf oylarını alabilmek uğruna Rumları dost, Türkleri öcü olarak göstermenin peşindedir. İşte sorun buradadır.
Yazıklar olsun!
Türkiye garantör sıfatıyla oradadır, komşunuz hâlâ Enosis rüyası (Yunanistan’a katılma) gördüğü için oradadır, Akdeniz’in tamamını bize kapatmak üzere Kıbrıs’ı araç olarak kullandığı için oradadır.
Bilmem anlatabildim mi?