Resmî tarih, devletlu büyüklerimizin bir savaşta yenik düşmesini kabullenemediğinden senelerce Almanlar yenilince bizim de yenilmiş sayıldığımızı anlattı durdu. Adamların tek yenilgisi var tarih boyunca, o da benim necip milletime denk gelmiş, iyi mi? Aynı resmi tarih 1. Dünya Savaşının başlangıcını Avusturya- Macaristan veliahtının saldırıya uğramasına bağlardı. Çocuk aklımda bu veliaht bir şımarık oğlan çocuğu olarak kalmıştır. Bir saldırıya uğradın diye bütün dünya perişan oluyor, benim devletlulerim de senin yüzünden yenilmiş sayılıyor. Ergen misin nesin? Resmi tarih, insanı ergen yaşında gergin yapar abiler.
30-40’lı yaşlardaki garibanların Almanlarla ikinci tanışıklığı Doğu Almanyalı gülleci kadınlar sayesinde olmuştur. Ergenliğinin başında çiçeği burnunda bir genç kız olarak, o koca gülleleri yerden kaldırıp, pelüş ayıcıkmış gibi karşıya atan bu dev kadınların bütün kasları gelişirken göğüslerinin neden büyümediğini sordum kendime ergenliğim boyunca. Âdet kanamalarının çok yoğun geçtiğini düşünürdüm bu kadınların. O kadar ağır şey kaldırılır mı, beli açılır insanın. Erkeğin yaptığı her işi onlardan daha iyi yaparız evelallah derken, Doğu Alman gülleciler yenilince biz de yenilmiş mi sayılıyoruz?
Alamanya acı vatandı benim ailemden birkaç kişi için de. Tatillerde getirilen süper lezzetli çikolatalar, altına işeyen bebekler, konuşan arabalar bir çocuğa sevimli gelirdi elbette. Ama o aile bireylerinin Alamanya’ya dönerken yüzlerinde oluşan ifadeden öz yurtlarında parya olduklarından oraya gitmek zorunda oldukları, acı vatanın acılığı okunurdu. Altına işeyen bebek için değmezdi vatanını terk etmeye, çocukken öyle düşünürdüm ben. 50 senedir bir arada yaşadıkları Türklere hala mülteci muamelesi yapan, 50 senede bir tek kafesinde demleme çay yapmayı akıl edemeyen, Türkleri gettolarına hapseden devletin ortasından geçen ve iki Almanya’yı birbirinden ayıran duvar kaldırılınca AB genişlemesi olarak tarihe geçiyor. O kadar da mühim insanlar olduklarından yenilgileri bizim hanemize de yazılıyor. Ve o duvarın anıt kısmında şöyle yazıyor: Merkel is a donut! Helal ve tayyip gıda ürünleri fuarı yapmış ülkeyiz, bir donut olarak Merkel bize rakip olamaz. Onların yenilgileri bizi bağlamaz şekerim!
Avrupa Birliği, 9. Senfoni eşliğinde çiçekli böcekli bir barış, özgürlük profili çizmeye çalışırken, “mevzu bahis serbest dolaşımsa gerisi teferruattır” diyemedi. 60’larda genç nüfusu bulunmadığından çağırdığı Türk işçileri davul zurnayla karşılayan Almanya, birliğin en büyük nüfusuna ve parlamentoda en çok oya sahip üyesi olarak ağırlığını koydu ve dedi ki: “Bu varoş devletler üye olmasın, ya da serbest dolaşım hakkı bunlara tanınmasın. Benim halkımın iş olanakları kısıtlanır”. Sonra Fransa da dedi ki “Polonyalı muslukçu benim muslukçumun işini elinden alır” Bu muslukçu meselesi derin mevzu. Sütçü, tüpçü, muslukçu üçlüsünün devreye girmesiyle melez bir Alman veya Fransız ırkı oluşabilir. Nesebi belli olmadığı gibi, ırkı da belli olmayabilir yeni nesillerin hafazanallah. Yaşasın halkların muslukçuluğu, o ayrı. Velakin muslukçuyu diğerlerinden ayıran bir unsur var o da çatalı! Ustalık seviyesine göre açılma oranı değişen çatal, her muslukçunun, özellikle taharet musluğu tamir ederken veya lavabo tıkanıklığı açarken arka tarafında beliren, vücudun en önemli uzvu olduğundan Latince ismi de Gluteus Maximus gibi bir Roma İmparatoru ismini andıran ve memlekette her şeyi adıyla söylemeye alışmadığımız halde, Can Babanın da dediği gibi ona o dediğimiz bölgede belirir. Musluk tamir edilmemekte inatlaşırsa, daha beter açıldığından usta muslukçularda daha fena açıldığı kayıtlıdır literatürde. Oysa bir çıtçıtlı badi giyebilirdiniz bayım. Bakın kadınlar giyiyorlar, belleri açılmasın diye. Sevgiliniz henüz çıkarmadıysa, bu çıtçıtlarını bir araya getirmek için bin türlü zahmet verilen giysiden yazın henüz gelmediğini bile anlayabilirsiniz. Söz konusu bel açılmasıysa, bunu kadınlara sormalı özellikle de güllecilere.
“Kadınlar politikaya girsinler” söylemi son yıllarda iyice yaygınlaştı. Burada umulan, dünyaya kadın eli değmesi, Didem Madak’ın dediği gibi dünyanın ağır bir halı gibi çırpılması, tozların havalanması ve dünyanın kendine getirilmesidir. Koca göbekli, kravatlı, ağızlarından tükürükler saçarken muhatabına hakaret ederek, arkasından entrika çevirerek politika yapan erkek dünyasına cinsi latif düşük desibelli sesiyle bir renk getirebilir elbette. Kadının doğasında bulunan anaçlık, şefkat, merhamet gibi duygular bir kürsüden seslendirildiğinde vicdanlara dokunabilir. Velakin erkeğin yaptığı her işi ondan daha iyi yapabileceğini iddia eden kadın, söz konusu siyaset olunca masaya yumruğunu vuran, dirseğini kürsüye koyarak dayı dayı konuşan başka bir türe dönüşüyor. Başka türlü var olamıyor bu yüksek doz erkeklik içeren erkek dünyasında. Demir Lady elinde küçücük çantası, her dem fönlü saçları ve döpiyesiyle her türlü gideri olan bir kadınken, aldığı kararlarla hiç de kadın eli değmemişti dünyaya. Sarışın güzel kadın da 90’lar boyunca kadının her yerde kadın olduğu söyleminin ojeli tırnaklar veya bakımlı saçlarla ilgisi olmadığını kanıtlamıştı. Bir başka sarışın, Merkel, bir toplantıda göğüs çatalını ortaya çıkaran bir elbise tercih edince kadının politikada var olmasının önemi üzerine güzellemeler yaptılar yine köşe yazarları. Oysa mesele göğüs çatalı değil, Polonyalı muslukçunun çatalıydı. Ve yeni moda tişörtlerden artık muslukçunun değil, Merkel’in çatalı gözüküyor.
Polonyalı muslukçu AB’ye girebilse de, “mültecilere siz bakın biz size para verelim” diyen Merkel, Mabeyn Köşkündeki ihtişamı görünce mi sizinle müzakerelere başlayalım diyor? 9. Senfoni, okul zillerinde kalıyor. Tarih için tarih için tarih verildiğinde muzaffer bir edayla havai fişekler içinde yurda giriş yapan muktedir, “Türkleri AB’de istemiyoruz” diyen Merkel’e tampon bölge olma sözü verip, seçim öncesi AB’ye girmişmiş gibi yapıp iş çevrelerinden bir duduş alıyor. Bir kadın olarak Merkel, tamponun nasıl kullanılacağını biliyor. Kanamayı durdurduktan sonra işlevini tamamlayan tamponlar birer tıbbi atık olarak çöpe atılıyor. Belimiz açılıyor, coğrafyanın açılan koca rahmindeki kanama durdurulamıyor. Bu toprakların çocukları yüzme bilmediklerinden kıyıya vuruyorlar bir şafak vakti. Herkesin 15 dakikalığına da olsa mülteci olduğu dünyada, bir TV programında bir mülteci kızı ağlatan Merkel, “mülteciler sizde kalsın, müzakerelere başlayalım” diyor. Varaklardan büyük devlet olduğumuz anlaşılıyor. Sarayların ihtişamının yarattığı göz kamaşmasından, halkların yoksulluğu görülemiyor. Almanlar yenilmeyince biz yenilmiş sayılıyoruz. O koca halı bir türlü çırpılamıyor. Yeter ki muslukçular yüce neseplerini bozmasın. Oysa artık o göğüs çatalı ne sutyene ne pantolona sığıyor. Badilerden yükselen çıtçıt sesleri, kışın yaklaştığını gösteriyor.