Andy Warhol yaşasaydı şöyle mi derdi acaba: “Herkes bir gün 15 dakikalığına da olsa öteki olacak” Rövanşizm o kadar sızmış ki hayat damarlarımıza, ötekileştirildiğinden, mağdurluğundan dem vurarak oy alan, sonra kendi ötekisini yaratıyor. Zirvesine varıldığında Türk olunan dağa çıkınca arkasındaki Kürt kardeşini “hadi lan pis Kürt” diye iten fıkradaki adam gibi değil mi? Zirvede bırakmak lazım belki de.
Gırgıriye serisi vardı bir zamanlar, hala ne zaman rastlasam keyifle izlerim. Orada Perran Kutman, kızını oynayan Gülşen Bubikoğlu’na müthiş oyunculuğuyla şöyle derdi: “o adi çinganelerle dalaşma kızım, sen çeribaşı torunusun” Öteki de kendi içinde katmanlaşıyordu yani, öteki de kendi ötekisini yaratıyordu.
Hizmetin inşaat ile başarının ise o inşaatı en kısa zamanda bitirmekle özdeşleştiği bu coğrafyada, anayurdu demir ağlarla ören cumhuriyet ideolojisi, eski payitahtı ortadan ikiye bölmeye çalışan, her üç kişiden birini niteliksiz işçi olarak inşaatta çalışır olarak görmek isteyen, kalkınmayı diktiği gökdelenle tanımlayan bir cumhuriyet ideolojisine evrildi. Eski mücahitler yeni müteahhitler oldular. “Kaç lira faiz ödediğim umurumda değil, ev alabiliyorum ya” anlayışı yerleşti, hatta ekonomideki durgunluk “lüks eve girmeyin” telkinleri ile sunuldu. Durgunluk vardı canım, lüks eve de girilmesindi.
Herkes tek tip mahallelerde yaşasın, aynı tip plastik parklarda oynasın çocuklar, böylece herkes tek tip olsun, aynı tornadan çıksın isteniyordu. Yuvarlaklaşsındı hatlarımız, farklı ve keskin bir tarafımız kalmasındı. Sivil-asker ayrımı yapmadan öğütmek isterdi bizi tornalar, herkes onun askeri olsun diye. Bütün marjinallikleri de yontunca aklı da vasata teslim ederdik, oh be sen sağ ben selamet.
Otantik olan her şeyi turistik hale getirdiğimizde, Mevleviler rakı sofralarının olduğu mekanlarda döndüler sonra aaa o da ne? Çıkarıp beyaz eteklerini dansöz oldular, masaların üzerine çıktılar. Çürüme her yere yayıldı. Erzincan’dan otantik diye aldığımız bakır işleri, Şile’den aldığınız peştamallar hep Made in China çıktı. Taklit aslına övgüdür, ama aslı gitti, sureti kaldı her şeyin.
Ayağını yorganına göre uzatmalıydı vatandaş ve dahi devletin kendisine sunduğu ucuz ev imkanını kaçırmamalıydı. Devlet onu mahallesinden yerinden yurdundan edip, şehir dışına yaptığı Prokrustes yatağına gönderiyordu ama olsundu. Orada çocukları için parklar olacaktı, evinde sıcak suyu ve devletinin herkes için öngördüğü standart yaşam biçimi. Ayak yorgandan taşarsa da biraz kesilirdi canım. Maksat yatağa uymaktı. İnşaat-göç-vasıfsız işçi denkleminin yetenekli, nitelikli, incelikli insana tahammülü yoktu.
Pul biber mahallesinin toplumun genel eğiliminin aksine erkek çocuk doğurunca üzülen, kız çocuk doğurunca sevinen, gırnatanın ve darbukanın sesini duyunca hemen göbek atmaya başlayan, şarkılara fazlaca pul biber atan müthiş kulaklı ve hançereli sakinleri gitmek istemediler mahallelerinden, ancak beton millet Sakarya üçlemesi fermanı vermişti bir kez. Üst sınıf merkeze dönmek istiyordu. O arada deprem de olunca kentsel dönüşüm adı altında gelirin yeniden paylaşımı için arayıp da bulunamayan bahane kendiliğinden gündeme oturmuştu işte. Zaten taktik buydu, 3. Köprü istenmiyor muydu, hemen devreye giriyordu ideolojik aygıtlar ve 1. Köprünün kapatılması mevzu edilip korku salınıyordu. Açılımlar sarkacın solunda durması gereken sınıfları ayrıştırmak, gettolaştırmak için üst üste geliyordu. Böylece kimliklerine hapsedilir ve eylemleriyle var olamazlardı. Bir de yersiz yurtsuzlaştırdık mı tamam, sudan çıkmış balığa dönerdi hepsi. Mekân üstünden sağladığımız birikim de cabasıydı. Bundan iyisi Şam’da kayısı.
Kentsel değil, köysel dönüşüm bir apartmanda bir köy nüfusunu barındırarak kutu gibi evler vaat ediyordu. 2023 hedefi, herkesin kendi hücresinde kendisi için biçilmiş haklar çerçevesine uyum sağlamış hale gelmesiydi. “Öteki” dediğimiz, tadı tuzuydu bu kültürün, velakin tatlarının nasıl olacağına, bütün lezzetlerine biz karar verdiğimiz ölçüde. Damak tadımız konusunda muhafazakâr millettik biz. Mutena ve müsterih olsundu herkes, muhalif ve münafık ve de münferit değil, muvafık olsundu. İnşa edilen yeni cumhuriyet bunu gerektirirdi.
Diyalog şuydu belki de:
-Yarın yeni cumhuriyeti ilan edeceğiz
-Kusura bakmayın ama malumun ilanı olmaz mı efendim?
İnadına “Kimbilir ve düm-tek çocuklar doğursun kadınlar bahara”