Gelelim gezimizin ikinci gününe…
Yani Erzurum mitingine…
Trabzon izlenimlerimizi okuyan askeri kesim, başta Evren olmak üzere acaba ne ve neler düşünüyorlar…?
Hürriyet’te haberimiz oldukça büyük ve fotoğraflı gösterilmiş birinci sayfada…
Benim notlarım da “Ya ya ya… Şa şa şa… Hasan Paşa çok yaşa” başlığı ile yer almıştı…
Bunu unutmayalım.
Çünkü sayın Evren’in buna çok kızdığını sonradan öğreniyoruz.
Nitekim Devlet Başkanı Evren, Erzurum’da konuşmasını yaptıktan sonra, bizler de bürolarımıza dönerek, haber ve notlarımızı geçmek, yani günlük işimizi bitirmek niyetindeyiz.
İşlerimiz bitti…
Gece, Erzurum Orduevinin geniş salonunda verilen resepsiyondayız.
Yemeğe henüz geçilmedi…
Kokteylde herkes gruplar halinde içkilerini yudumlayıp, değişik köşelere çekilmiş, sohbetlerine devam ediyor…
Salonun ana girişinde birden hareketlenmeye tanık oluyoruz.
Evren ve 4 konsey üyesi birlikte yürüyorlar, gazetecilerin bulunduğu yere doğru ilerliyorlar.
Gazeteciler ve özellikle halkımız, 12 Eylül Darbesi’nin önde gelen orgenerallere, her zaman birlikte hareket ettikleri ve ayrılmadıkları için olsa gerek “Beşi bir yerde” yakıştırması yapmıştı.
Yine aynı tablo yaşanıyordu.
Ortada Evren…
Yanlarda generaller.
Evren’in elinde rakı kadehi… Ve kendisine hizmet eden erin elindeki tabakta leblebi…
Yine bir anımsama olsa gerek:
“Atatürk de leblebi ile rakı içmeyi severdi” hatırlatmasının canlandırılması gibi…
Neyse, ben yaşananları kenardan-uzaktan izliyorum…
Evren ve komutanların etrafı gazeteci takımı ile abluka altında adeta…
Bir ara emir subayının Evren’in yanına geldiğini görüyoruz.
Evren, subayına bir şeyler söylüyor olmalı…
İki dakika geçti geçmedi ki, emir subayı albay bana doğru geldi, durdu ve “sayın devlet başkanımız sizi yanlarına davet ediyor ” dedi…
Korkmadım ama ürkmedim desem yalan…
Benim için sürpriz bir davetti…
Tabii hemen gazetecilerle çevrili sayın Evren’in karşısında buldum kendimi:
Sayın Evren doğrudan söze girdi:
“Bizleri eleştirin eleştirmesine de, bazen de araştırıp yazın. Bugünkü gazetenizde en yanlış haberiniz şu. Üçüncü Ordumuz güya Doğu Bölgesine taşınacakmış. Bu mealdeki haberinizi keşke bizlere sorup yazsaydınız. Çünkü bu haber komşumuz Rusya tarafından manidar karşılanabilir” dedi.
İç politikaya yönelik bir eleştiri beklerken, soru dış politikayı kapsıyordu ama Allahtan bu haberi sabah okumuştum.
Haber dış haberler servisimizindi ve AP Ajansından alınmıştı. İçim rahattı ve sayın Evren’e dönerek:
“Sayın devlet başkanım, bu dış haberler servisimizin AP’den alıntıladığı bir dış haber. İlginç olduğu için yayınlanmış. Hatta hiçbir gazetede olmayan bir haber” dedim.
Devlet Başkanı “İyi de, bizlerden tahkik etseydiniz keşke” deyince, ben “eteklerimdeki taşları dökme zamanı geldi” diye düşündüm:
“Doğru söylüyorsunuz efendim. Bizler de sizinle aynı fikirdeyiz. Ancak bu haber için, Kara Kuvvetleri veya Genelkurmay’ın kapısını çalmak, oraya ulaşmak gerekir. Oysa böyle bir şansımız yok, hiç de olmadı. Bırakın ordumuzun bir yerden bir yere kaydırılmasını, düşen bir askeri uçağımız nedeniyle şehit olan subaylarımızın adını almak için Hava Kuvvetlerinin kapısına bile yanaştırılmayız. Bırakın Hava Kuvvetleri komutanına ulaşmayı, nizamiyesinden içeri adımımızı bile atamayız”
Evren, yüzünü Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya’ya döndü, “manidar bir bakış” attığına tanık olduk.
Elindeki viski kadehinden bir “fırt” alan Orgeneral Şahinkaya “O kadar da değildir sanırım” demekle yetindi.
Evren ve çevresindekilerde gülüşmeler…
Çok rahatlamıştım…
Keyfim yerine gelmişti…
Bağımsız-bağlantısız, Türkiye’nin en yüksek tirajlı ve hem de “en inanılır” gazetelerin başında gelen Hürriyet’te çalışmış olmanın mutluluğunu yaşamak çok ayrı bir duyguydu.
Anlatılamaz, yaşanırsa fark edilir…
(Devam edecek)