Hava yağmura dönüyor, gökyüzünde kuşlar kaçışıyor uzak yerlere doğru, deniz maviliğini yitirmiş, Galata köprüsü üstünde yüzlerce olta denize salınmış.
Oturdum bir plastik taburenin üstüne.
Kovanın içindeki balıklar can havliyle oynaşıyor, yakından bir yerlerden başka bir oltacının yanından Zeki Müren şarkıları yükseliyor.
İçim üşüyor rüzgârdan ama umurumda değil, İdris amcayla iki bardak çaylık sohbete geldim.
Denizin kokusu doluyor göğsüme, derin derin nefesliyorum.
“Herkes hem dua hem beddua ediyor.
Diyanet yağmur yağsın diye, vatandaş başta diyanet olmak üzere AKP gitsin diye dua ediyor.
Sağlıkçılar dua ediyor Pandemi bitsin öldük diye, sonra vatandaş dua ediyor virüs belası canımızı yaktı Allah’ım kurtar bizi diye.
Çiftçiler dua ediyor, işçiler dua ediyor, işsiz kalmış milyonlarla insan dua ediyor, esnaf dua ediyor, yoksullaştıkça aç kalanlar dua ediyor.
Köyleri, ormanları, suları gasp edilen yurttaşlar hem dua hem beddua ediyor.
Meclis kürsüsünden vekil ‘Allah belanızı versin’ diye bağırıyor, meydanda vatandaş ‘Allah olup biteni görüyor, öte dünyada hesap verecekler’ diyor.
Kadın cinayetleri, çocuk tecavüz ve tacizleri içinde ‘Günü gelecek Allah’a hesap vereceksiniz’ deniyor.
Yargı kararları için de öyle, haksız- hukuksuz tüm uygulamalar için talan, yalan, hırsızlık için de öyle.
Camide imam ‘Şükret elindeki ile yetinmesini bil, Allah’ın izniyle bu zor günler bitecek, devletimiz zeval görmesin’ diyor, cemaat ‘Âmin, inşallah’ diye topluca bağırıyor.
Ama olmuyor.
Ne imamın ne cemaatin ne mağdurların ne milyonlarca insanın duası kabul görmüyor, insanlık açken daha da açlığa, yoksulken daha da yoksulluğa sürükleniyor.
Yetmiyor beddua edilenler hep kazanıyor.
Mesela ben bugüne kadar talancıların, hırsızların, katillerin dua ettiğini hiç duymadım ama ana-avrat millete küfür edenlerini biliyorum.
Bunlar çalar, iç eder ya da katleder ama mutlak dinden imandan dem vurur ve mahkemelerdeki ifadelerinde ‘Allah yukarıda görüyor masumum. Namusum, şerefim, dinim imanım için yemin ederim ki masumum’ cümlesini mutlak kullanırlar.
Bu dünyayı eşit, özgür yaşanır olmaktan çıkarıp hayatı cehenneme çevirerek öte dünyada cenneti vaat edenlerin vicdanları kör.
Her şey kendileri için var.
Dünyayı kendi malları, insanları da kendi kulları olarak görüyorlar.”
İdris amca 75 yaşında emekli demiryolu işçisi, masmavi gözleri, geniş alnı ile 15 yıldır aynı yerden boğazın sularına olta sallıyor. Emekli maaşı yetmiyor biliyorum, tuttuğu balıkları satarak torunlarına kitap ve akide şekeri alıyor.
İçiyorum çayımı, kova balık doldu, ikram etmek istiyor, selamlaşıp ayrılıyoruz.
Rastgele diye sesleniyorum.
İnşallah diye yanıtlıyor, gülüşüyoruz.
Hava iyiden iyiye bulutlu maviye döndü, iki damla yağmur düştü ellerime, ileride bir kedi yavrularıyla balık kovalarının yanında bekleşiyor, sarman olan patisini kovanın içine daldırıyor, görüyor kovanın sahibi ses etmiyor. Zeki Müren şarkısı takılıyor dilime “Gün ağarınca boynum bükülür, dalarım uzaklara gönlüm sıkılır, sorma ne haldeyim..”
Dönüp bakıyorum İstanbul’a, Galata Kulesi çevresinde martılar ağlaşıyor, Karaköy iskelesine bir vapur yanaşıyor, birkaç balıkçı teknesi geçiyor ayaklarımın altından, yağmur bitmeyen bir senfoni tadında, ıslık çalıyorum hayata.