Belki de dünyanın en güçlü hissedilen ‘beton sevgisi’ bizim topraklardadır. Elbette parası pulu olmayan garibanın karnı doyduktan sonra arayacağı yer ağaç gölgesidir, su kenarıdır ve soluklanacağı yeşil parklardır.
Gözünü para hırsı bürümüş rantçının aşkı da; devamlı dökülen betondur, sıra sıra dizilmiş hafriyat kamyonları ve beton mikserleridir. Sadece 2017 yılında bu sevimli araçların (!) yarattığı kural dışı trafik terörüne 141 kurban vermişiz.
Betonu seven kesimlere söylenecek söz; mademki betonu bu kadar seviyorsunuz, bari ona biraz da saygı gösterin, birbirine benzeyen “zevkli mimari modeller” yaratın da mevcut çirkinlik biraz olsun azalsın.
Hayır, öyle bir estetik zevkimiz olmadığı için “Kentsel Dönüşüm” aldatmacasıyla hem şekil hem de ölçek iyice bozulmuştur.
Tekneleriyle Ege’de dolaşan birkaç arkadaşım her sene ‘bozulan bölgeler’i listeliyorlar. Karşıdaki adalara geçince de ulusal değerlerin nasıl korunduğunu görüyorlar.
Yıllardır “Ege’deki adalar” konulu komşu ile ihtilafımız sürüyor. Diyelim ki o adalar bizim oldu. Devamında ne olacaktı?
Betonlaşmayı gözünüzde canlandırmanıza gerek yok. Yassıada’da ne olduysa hepsi için akıbet aynısı olacaktı. Adanın birkaç sene önceki şekli ile bu günkü şekli arasında dağlar kadar fark vardır. Eni de, boyu da, yüksekliği de değişmiştir. Yani siluet sizlere ömür!
Doğal hayatı, ağaçları, patikaları, kuş yuvaları, balık yumurtaları yok olmuş. Akdeniz foklarının üreme alanı olan kıyıdaki taşlıklar da ortadan kalkmıştır.
Bitmedi!
Karada yer kalmadığı için yat limanı yapmak üzere denizin doldurulması da gündemdedir. Adada durum bundan ibarettir.
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin, ‘yap-işlet-devret’ modeliyle üstlendiği “Yassıada Projesi” ne ait son fotoğraf Hürriyet Gazetesi’nde yayınlandı ve beton ada tamamen ortaya çıktı. Fotoğraf yukardan çekildiği için denize sıfır çok katlı yapılaşmanın çirkinliği ise tam görülemiyor.
TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu’ndan da itiraf gibi bir açıklama geldi. “Şu anda inşaat nedeniyle beton yoğun görüntü var. Proje tamamlandığında dikeceğimiz en az 100 adet yetişmiş ağaç ve fidanlarla beton yoğun görüntü önemli ölçüde azalacak” diyor Başkan.
Yani projede en başından yeşil alana yer bırakmak yerine, sonradan betonu gizlemek üzere yeşile başvuruluyor. İşte anlayış farkı dediğimiz şey budur.
Geçen yıl ‘bu kadar da olmaz’ dedirten bir haber daha okumuştum. “İstanbul Üniversitesi’nin 15 dönümlük botanik bahçesinin Müftülüğe devri” haberiydi bu. Beton sevginiz de olsa burada başka bir durum söz konusudur.
İ.Ü.’nün Botanik Bölümü var. Bu bahçe o bölümün uygulama alanı ve laboratuarıdır. Yani varoluş sebebi!
Bu filmin sonunda; her dereye HES, her yeşil alana AVM, her tarım alanına konut ile bırakınız düşecek yaşam kalitesini, yiyecek gıda ve içecek su bulamayacağımız sahneler de yer alacaktır. Beton seven için de beton dökeceği yer kalmayacak, betonu satacağı insan da olmayacaktır.
Şimdi bu kesimle empati kuralım.
Parkta rant var mı? Yok.
Park para getirmez ki, götürür. Daha bir dönümlük ‘depremde toplanma alanı’nı bile koruyamıyoruz ve rantçılara kaptırıyoruz.
Sonra bizim güya park diye bir ihtiyacımız yok ki…
AVM’ler ne güne duruyor? Gez, ye, iç, alışveriş yap, yürüyüş hakkını da orada kullan. Sonra da Avrupa’ya, Amerika’ya gidince ağzın açık seyret!
Geçenlerde ‘Küba’ konulu bir yazı yazmış ve gördüklerimi anlatmıştım.
Ülkenin tamamı yeşillikler içinde olduğundan, eşi ve benzeri olmadığını ballandıra ballandıra anlatmıştım. Komünist rejim tabiata dokundurtmamış, onun için de bu özellikleriyle dünyada tek kalmışlardı.
Ancak kapitalist sistemin uygulayıcıları olan ABD ve Avrupa şehirlerinde gördüğümüz olağanüstü büyük parklara ve meydanlara ne demeli?
Bundan 5-6 sene önce Kadir Topbaş Merter’deki 500 bin metrekarelik bir alanda park yapmaya karar verince ‘helal olsun’ demiştim. Ancak ‘Central Park’tan büyük olacağını söyleyince, bir anda Central Park gözümün önünden geçti ve bütün Merter semtini yıkacağını zannettim!
Sayın eski Başkan Newyork’a gitmiş ama herhalde kendisine parkın bir kenarını göstermişler.
Eski Başkan’ın yapmayı düşündüğü park 500 bin metrekare, Newyork merkezindeki Central Park 3,5 milyon metrekareydi. Yani bizim hayalimizdeki parkın tam 7 katı…
Avrupa’da vatandaşlarımızın en yoğun yaşadığı Berlin’de, yine şehrin tam merkezinde bulunan ‘Tiergarten’ 2,1 milyon metrekaredir.
Yani bizim gibi Şişli’yi, Gayrettepe’yi, Nişantaşı’nı, Levent’i betona boğduktan sonra şehrin dışında arayışa girmemişler, yıllar öncesinden planlamışlar.
Aman yanlış anlaşılmasın, şehir dışı dediysek; Polenezköy’ün, Beykoz köylerinin korunduğu zannedilmesin.
Karadeniz’de Ayder yaylasını, Bozcaada‘yı daha yeni yazdık.
Yukarda bahsettiğim 2 büyük park da o şehirlerin yegâne parkları değildir. Daha onlarcası şehir hudutları içinde mevcuttur.
Şehir dışındaki parka örnek Paris’in 30 km dışındaki Disneyland‘dır. Sayın Melih Gökçek 1,1 milyon metrekarelik Anka Parkı ‘Avrupa’nın en büyüklerinden’ diye takdim etmişti. Disneyland’ın tam 20 kat alana sahip olduğunu ve gezmek için 2 günümüzün yetmediğini de hatırlatayım.
‘Şehir Meydanları’na yer kalmadığı için ayrı bir yazı daha yazmak şart oldu.