Ne mutlu ki dilimizin yanlış kullanılmasına katlanamayan Türkçe sevdalılarının sayısı az değil! Köşemizde her hafta yer verdiğimiz okur mektuplarından siz de biliyorsunuz bunu zaten.
Bu haftanın mektubu, Giresun / Görele’den… Gezi ve deneme kitaplarıyla tanıdığımız Özcan Temel, Türkçe konusuna da çok kafa yoran Karadenizli bir arkadaşımız. Zaman zaman “Dilin Kemiği”ne konuk oluyor. Yeni mektubunda, dilimizin iki yazım kuralına değiniyor ve konuyu güncel örnekler üzerinden irdeliyor. Türkçe konusundaki duyarlığı ve değerli çabaları için kendisine teşekkür ederek değerlendirmelerini sizlerle paylaşıyorum…
* * *
“NE … NE” BAĞLACI
“Kıymetli Üstadım,
Her pazartesi günü BirGün gazetesinde çıkan dil konulu yazılarınızı ilgiyle okuyorum. Dil yanlışlarını bir bir göstererek yazı dilinin doğru, anlaşılır ve etkili kullanımı üzerinde titizlikle duruyorsunuz. Sizdeki bu dil duyarlılığı, kuşkusuz dil sevginizden kaynaklanıyor.
Dil üzerine yazdığınız önce uyarıcı, sonra yol gösterici köşeyazılarınızı okuya okuya ben de bir anlamda size benzedim. Metinlerdeki bilinçsizce anlatım bozukluklarını ve yazım yanlışlarını gördükçe güzel Türkçemiz adına üzülüyorum, içim burkuluyor. Bu bağlamda Murat Sabuncu’nun bir köşeyazısında önemli gördüğüm anlatım bozukluğunu sizinle de paylaşmak istiyorum. Ama önce Türkçenin bir yazım kuralını anımsatalım:
‘Ne … ne’ bağlacının kullanıldığı cümleler biçimce olumlu, anlamca olumsuzdur. Örnek vermek gerekirse:
Ne annem var ne babam. (Yüklem olumlu, anlam olumsuz: Annem babam yok.)
Ne şiş yansın ne kebap. (Yüklem olumlu, anlam olumsuz: Şiş de kebap da yanmasın.)
Ne od (ateş) var ne ocak. (Yüklem olumlu, anlam olumsuz: Od da ocak da yok.)
Ne aradı ne sordu. (Yüklem olumlu, anlam olumsuz: Aramadı, sormadı.)
Bu kısa açıklamadan sonra, 9 Mart 2022’de T24 sitesinde Murat Sabuncu’nun ‘Kılıçdaroğlu’nun Diyarbakır ziyareti…’ başlıklı köşeyazısında ‘ne … ne’ bağlacını kullanırken yaptığı anlatım yanlışına değinmek istiyorum. Şöyle diyor Sabuncu:
‘Metnin içinde kelime olarak ne Kürt ne Türk yoktu.”
Yok, var sözcüğünün karşıtıdır. Bu söylemden ‘hem Kürt hem de Türk vardı’ anlamı çıkar ki bu da dili güzel, etkili kullanmamanın; savruk, özensiz kullanmanın kötü bir yansımasıdır. Burada yok(tu) yerine var(dı) ek-eylemini kullansaydı anlatım yanlışına düşmeyecekti.”
* * *
“OKUMAĞA” MI “OKUMAYA” MI?
Özcan Temel’in eleştirdiği ikinci konu daha genel. Çoktan değişmiş bir yazım kuralına değiniyor mektubunda:
“Değerli Hocam, izninizle dil konusunda önemsediğim bir durumu daha sizinle paylaşmak istiyorum.
Eli kalem tutan kimi bilim adamları ve edebiyatçılar hâlâ ısrarla yazı dilinde ‘okumaya’ yerine ‘okumağa’, öğrenmeye yerine ‘öğrenmeğe’, düşünmeyi yerine ‘düşünmeği’ demeyi sürdürüyorlar. Oysaki bu kullanım biçimi, eski TDK İmla Kılavuzu’nun tozlu sayfalarında kaldı. Eylemleri adlaştıran ‘-mak / – mek’ eklerine getirilen durum eklerinde /e/ ve /i /hali eskiden böyleyken son yıllarda /k/ ünsüzünde ikinci bir yumuşama oluştu ve /ğ/ sesi /y/ sesine dönüştü.
Geçmiş yıllarda Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil konuşurken ‘Türkiye’ demez, ‘Türkiya’ derdi. Bu hatalı söylem içimi sızlatırdı. Günümüzde de ‘okumağa, görmeğe, anlatmağı…’ diye yazarak dildeki kural değişikliğine direnen kalemler canımı çok sıkıyor. Çünkü bu kullanımlar artık eskide kaldı. Esenlik dileklerimle…”
* * *
HAFTANIN NOTU
Ankara’da Tunceli rüzgârı
Küresel salgın nedeniyle uzun süre ara verilmişti başkentteki kültürel etkinliklere. Önlemler gevşetilince, salon toplantılarında yeniden buluşmaya başladı insanlar.
Hafta sonu Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde, Tunceli Belediyesi ile Ankara Dersimliler Derneği’nin birlikte düzenlediği etkinlikteydik. Tunceli Belediyesi Vecihi Timuroğlu Kütüphanesi’nden getirilen özgün materyalle, “Yazma Eserler, Şair ve Yazar Mektupları, Belgeler, Fotoğraflar Sergisi” açıldı ÇSM’nin fuayesinde. Hasan İzzettin Dinamo’dan Ceyhun Atuf Kansu’ya, Ahmed Arif’ten Enver Gökçe’ye, Cemal Süreya’dan İlhan Berk’e, Asım Bezirci’den Hüseyin Korkmazgil’e, Ataol Behramoğlu’ndan Zülfü Livaneli’ye, Âşık Kul Hasan’dan Âşık İhsani’ye uzanan çok zengin bir mektup koleksiyonu, ilk kez bu sergide buluştu izleyicilerle.
Sergi açılışından sonra Ahmet Telli, Attila Aşut, Çağlar Deniz ve Mesut Özcan’ın konuşmacı olarak yer aldığı bir panel yapıldı. Çiğdem Camkıran’ın yönettiği oturumda benim konum, “Kütüphanelerin ve Arşivlerin Günümüzdeki Durumu” idi. Konuyu geçmişten günümüze genel çizgileriyle anlatırken, özellikle tarihteki “kütüphane yakma” olayları üzerinde durdum ve sözü Milli Kütüphane’nin durumuna getirerek, Türkiye’nin toplumsal belleğini oluşturan bu ulusal kütüphanenin bir gece yarısı kararnamesiyle yok edilmesini eleştirdim.
Tunceli Belediye Başkanı Mehmet Fatih Maçoğlu, her zamanki yalınlığı ve içtenliğiyle yüreklere dokunan bir konuşma yaptı oturum sonunda. Yaralı bir coğrafyada hangi ağır koşullarda hizmet vermeye çalıştıklarını anlattı. “Büyük sıkıntılarımız var ama halkın desteğiyle bunları aşmaya çalışıyoruz” dedi. Dayanışmanın ve örgütlü savaşımın önemine vurgu yaptı…
Çankaya Belediye Başkanı Alper Taşdelen’in, kendi ev sahipliğinde yapılan bu etkinliklere katılmayarak konuk Belediye Başkanı Maçoğlu’nu salonda yalnız bırakması yadırgandı. “Çankaya’nın ‘sosyal demokrat’ belediye başkanı, Komünist Başkan’la fotoğraf vermemek için mi ortalıkta görünmedi acaba?” diye soranlar oldu. Bana hiç şaşırtıcı gelmedi bu durum. Çünkü “Millet İttifakı” böyle bir siyasal iklim yarattı. Bugünlerde sağcılarla birlikte olmayı, onlarla kol kola girip “helalleşmeyi” daha çok önemsiyor CHP’li yöneticiler!