Yeni yıla girerken hep umutlu olmak ve biraz da iyimser mesajlar vermek usuldendir. Ama bunu fazla abartmadan yapmak, toplumu da yanlış yönlendirmemek gerekir. Siyasal iktidarın en büyük şansı, karşısında her anlattığını alkışlayan bir kitleyi her zaman bulmasıdır. Okumayı, araştırmayı hiç sevmeyiz. Masal dinlemeyi ise çok severiz.
Bu masalların en önemli kısmı büyüme ve ihracat rakamlarına ayrılır. Cari açık, borç stoğu, ithalat, dış ticaret açığı ve gerçek işsizlik rakamları gibi kötü rekorlardan hiç bahsedilmez.
Peki, süsleye süsleye anlatılan, üretimden yoksun büyüme nasıl oluşmaktadır ve ekonomiyi nereye götürmektedir?
İhracat artışından daha yüksek seyreden ithalat artışı ile büyürken dış açık artmakta, dış açık arttıkça dış borçlanma yükselmekte, dış borçlanma sıcak para ihtiyacını doğurmakta, artan sıcak para da finansal istikrarı bozmaktadır. Yani büyüme masalının gidişatı yabancı yatırımcının insafına bağlıdır.
Neticede siyasi iktidarlar için bu şekilde büyümek marifet değildir. Daha çok borçlanırsanız, daha fazla büyürsünüz. Oysa borçları azaltmak için bazen büyümeden fedakârlık daha önemli bir görevdir. Çünkü yüksek büyüme yüksek cari açığı getirir. Bir ilaç alırken yan tesirini öğrenmek ilk yapılacak iştir. Ama bizim neticeyi gördükten sonra dövünmek gibi kötü bir alışkanlığımız vardır.
Şimdi “istihdam yaratmayan büyüme modeli olur mu?” gibi bir soru akla gelebilir. Olur.
Ulusal ara mamul sanayimizin çökmesine göz yumarak, ülkeyi ithalat cenneti yaparsanız bu da olur. Sanki marifetmiş gibi her ülkenin kaçtığı ama bize gurur veren ‘kendi paramızı değerli yapma’ gayreti ithalatı desteklemekte, ithalatı yaptığımız ülkenin istihdamına katkı yapıp kendi sanayimizi bitirmektedir. İşte büyüme masalının değişmez sonucu budur.
Neticede bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin ekonomik büyümesi ithalata dayalıdır ve buda öğünülecek bir durum değildir.