Bir siyasi parti demokrasi ve adalet dersi veriyor ve de bu yolda uzun bir yürüyüş yapıyorsa, bütün düzenini bunun üzerine kurması gerekmez mi?
Tepeden inme emir-komuta usulü örgütlenme modelinin en son bu adrese uğraması beklenmez mi?
Normali budur ama görülen bu değildir. Yaklaşan seçimin adayları kendilerini delegeye ve seçmene beğendirmek yerine Kılıçdaroğlu’na beğendirmenin peşine düşmüşlerdir. İşte en büyük çelişki budur.
Yoksa 944 delegenin imzasıyla aday gösterilen Kemal Kılıçdaroğlu’nun ancak 740 oyla Genel Başkan seçilebilmesi mi bu sonucu doğurmuştur?
Zira önseçim rafa kalkmış, firelerin önüne geçmek için dost ve yakın arkadaş tercihi öne çıkmıştır.
Sadece bu kadar mı?
Yolsuzlukla mücadeleyi dilinden düşürmeyenlerin, bazı Belediyeleri için yapılan şikâyetleri dikkate almaması samimiyet sorgulamasına yol açmaz mı?
Kenti yağmalayan varsa; sağcı olsa ne olur, solcu olsa ne olur?
Önce milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılması için oy kullanacaksınız, sonra da hapisteki milletvekillerine özgürlük isteyeceksiniz.
Önce sınır ötesine asker gönderilmesi için hükümete yetki veren ‘tezkere’ye destek verecek, sonra “Afrin merkezine girmeyin” diyeceksiniz.
Her seçimde usulsüzlük yapıldığını iddia edeceksiniz, sonrasında kendi iddialarınızın bile üzerine gidemeyeceksiniz.
Hem “aman herkes sandığa gitsin, tek oy bile kıymetlidir” diyeceksiniz, hem de ağır sağlık sorunları bulunan Deniz Baykal’ı milletvekili yapacaksınız. Böylece meclise gelmesi mümkün olmayan bir milletvekili için en az 40 bin oyu heba edeceksiniz.
Bir İlçe Başkanınız, bir taraftan “şeker fabrikaları satılmasın” eylemi organize edecek, diğer taraftan da 3 şeker fabrikasını satın alan firmaya hukuk danışmanlığı yapacak. Haberin kaynağı ile yetinmedim ve araştırdım. Doyurucu bir cevaba rastlamadım ama Başkan’ın sahibi olduğu hukuk bürosunun sitesinde ve referanslar bölümünde o fabrikaları satın alan şirketin logosuna rastladım.
Şaka gibi değil mi?
Gerçek bir solcu veya çağdaş bir sosyal demokrata göre CHP sağ bir partidir. Hem de sadece Mehmet Bekaroğlu, Abdüllatif Şener ve İlhan Kesici ile sınırlı olmayan…
Parti yöneticileri sağa doğru hareketlenmişken altlarındaki taban sabit kalacak öyle mi?
Kalmadığını görmeye az kaldı. Sandığa gitmeyeceğini söyleyen CHP seçmeninden geçilmiyor. Parti merkezi umursamadığına göre, ya buna inanmıyorlar, ya da sınırlı kaybın önemli olmadığını düşünüyorlar.
Ancak bunun farkında olan bir bölüm CHP mensubu, “Gelecek İçin Biz” kimliği ile oluşturdukları forumda “Nasıl bir yönetim?” diye soruyorlar.
Uzunca bir tanıtım yazısının bir bölümünde diyorlar ki;
“Yerel yönetim adaylarımızın parti içi iktidar hesaplarıyla değil, toplumun tüm kesimlerinin görüşünü yansıtacak şekilde mümkün olan en katılımcı biçimde belirlenmesini, yerel seçimlerde başarı ve sonrasında kuracağımız katılımcı kentler için şart görüyoruz.”
Sosyal demokrat bir partinin paydaşları tarafından böyle bir hayalin seslendirilmesi normal mi? Zaten böyle olması gerekmez mi?
Duyduğumuza göre bu mesaj kendi yönetimlerine bile ulaşmamış ki, merkez yoklaması olsa da kamuoyuna başvurulup anket yaptırılacakmış. Bazı yerlerde ön seçim yapılmasa da hâkim gözetiminde eğilim yoklamasına gidilecekmiş.
Anlayan beri gelsin!
Allahtan bizim gibi zor anlayanlar için Genel Başkan Yardımcısı Oğuz Kaan Salıcı yardımcı olmuş. Diyor ki; “Ön seçim olduğunda örgütler enerjisini ön seçimde tüketiyor ve sonrasında seçimde örgütlerde metal yorgunluğu oluşuyor.” Önseçimi devre dışı bırakan sağlam gerekçeyi gördük mü?
Peki, aday seçimine karıştırılmayan örgüt, hangi motivasyonla o biriken enerjiyi partisi için harcayacak acaba? Ve de ne uğruna?
Buna rağmen bazı CHP milletvekilleri Mart ayında yapılacak seçimler için adaylıklarını açıklıyorlar. Yıllardır parti içinde üstlenmedikleri görev kalmamış, kaybetmedikleri seçim hiç olmamış, hâlâ yeni kazanımların peşindeler. Sakın kimse bunu bize ‘hizmet yarışı’ diye anlatmasın.
Ne yarışı olduğunu iyi biliyoruz.
Sonra da ülkenin ve partinin bu kadar sorunu varken, hiçbirine katkı yapmayıp, “Ezan Türkçe okunsun” gibi halkın büyük çoğunluğunun hassas olduğu konuda tartışma açmak ise tüy dikmek olmuş. Sanki Kuran-ı Kerim’in Türkçesi yokmuş gibi ve daha iyi anlaşılması için tefsir çalışmaları yapılmamış gibi…
Genel Başkan itiraz etti ama sözün çıktığı ağız da önceki Genel Başkan Yardımcısına aitti. Bu konudaki parti görüşünün bugüne kadar netleşmemiş olması, Öztürk Yılmaz’ı bu kadar rahat konuşmaya itmiştir.
Yani sebep ‘günü kurtarma’ politikalarıdır. Her fikre açık parti ile her kafadan ayrı sesin çıktığı parti aynı olabilir mi?
Parti içinde muhalefetin sesini kısarsanız, hoparlörü kurup dışarıya yayın yaparlar. Hem de öyle bir yayın ki; bütün karşı cephe ekranları başköşeye bu atışmaları koyarlar.
Bu şekilde kısır döngü devam eder, bu da iktidarın çok hoşuna gider!