Sınavın yapıldığı okulun bahçesinde arkadaşımı beklerken karşılaştım onunla. Arkadaşım velisi olmamı istemişti, zira sınav salonuna çantasıyla giremezdi. Dışarıda onu beklerken ben yaştaki diğer “veli”lerle kendi yaşıtlarımızın velisi olmamız üzerine şakalaşırken, okulun merdivenlerinden perişan bir halde ağlayarak inerken gördüm onu. Bir gece önce hiç uyuyamamış olacaktı, gözlerinin altı şişmişti. Bir işkencehaneden çıkmış gibiydi. Okulun kantinine emanete bıraktığı eşyalarını aldı, etiketi çıkarılmış su şişesinden bir yudum içti, sakinleşmeye çalışıyordu belli ki. Cep telefonunu açtı, “Maliye çok zordu baba, özür dilerim” dedi. Kendisini okutmak için ceketini satan babasından, son umudunu sınav salonunda maliye sorularına hapsettiği için özür diledi hıçkırarak. Gencecik bedeni sarsıldı ağlarken, dolmuşu durdurmak için kaldırdığı elinin hala titrediğini gördüm. Belki de ailesinin son umuduydu onun bu sınavı kazanması. Arkadaşım çıktı sınavdan, “Maliye zormuş öyle mi?” dedim. “Bize zordu” dedi gülerek. Yine birilerine kolaydı çünkü. Eleğin delik çapları hep o birilerine, “bizden” olanlara göre ayarlanmıştı. Tek tipleştirilemeyen devlet dairelerinde eskilerin yerini yeniler alırken o yenilerin hep aynı tip olması isteniyordu. Seçme sınavı da hep aynı tip bireyleri seçmeye odaklanmıştı. Kriterler belliydi. O kriterlere uyanlar için maliye soruları çok kolaydı.
Faşizm gamalı haç çağrıştırmıyordu artık 21. Yüzyılda. Seçme sınavı bir SS eylemine dönüşüyordu. Çocuklar diri diri bir toplu mezara gömülüyordu. Nasıl ki ölüm acısı en fazla bir yıl sürüyordu bu yüzyılda yaşayanlarda, bu modern insan tipi her şeyi de ölüm gibi çarçabuk unutuveriyordu. Seçme sınavının namusu her türlü kopya haberine rağmen bir türlü bozulmuyordu. Öyle ya “doğal seleksiyon”, seçme sınavlarını dayatıyordu. Güçlü olanın ayakta kalmasını, EQ’sunun yüksek olmasına bağlıyordu kişisel gelişim safsataları. “İstersen yaparsın” diye bağırıyordu ders başına 15 bin bilmem kaç dolar alan yaşam koçları. Yoksulluk bir kişisel başarısızlığın sonucuydu bu derslerde anlatılanlara göre. Seçilmediysen bir düşün bakalım kabahat kimdeydi?
Devletin SS Timi ÖSYM, seçimini yine kendisine verilen kriterler çerçevesinde yapmıştı. Faşizm mod medyanın göbeğindeydi artık. “İstersek yaparsın” oluyordu yeni slogan. ÖSYM numarasını adı gibi ezberliyordu ülkenin güleç yüzlü gençleri, umudu olan üniversitenin, devlet dairesinin kimlere sunulduğundan habersiz. Bir yandan da ÖSYM’nin itibarsızlaştırılmasını da istemiyordu. Beterin beteri vardı, ya hiç olmasaydı? Hiç olmazsa birkaç iyi adamı olmayan gençler de girebiliyordu devlet dairesine bu vesileyle. “ÖSYM yapıyormuş sınavı” cümlesini duymak önemliydi onun için yine de. Bir umuttu. Faşizm geliyorum dedikten sonra kapımızda bitivermişti. Çocuğu sınav stresine dayanamayıp da intihar eden baba “kaç çocuğun var?” Sorusuna “3 tane kaldı” diye cevap veriyordu. Çocuklar bir tüketim nesnesine dönüşüyordu. SS timi görevini başarıyla yerine getirmenin verdiği gururla “sızdırma diye bir şey yok” diyordu. Çaresizlik bir toplumun damarlarına sızdırılıyordu, sessiz sitemsiz ağlıyordu çocuklar sınav çıkışlarında. Babalarından özür diliyorlardı maliye sorularını yapamadıkları için.