Türk Dil Kurumu (TDK) ile Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), “Medyada Doğru Türkçe Kullanımı” konulu bir yarışma düzenlemiş. Bu etkinlikten, TRT Basın Müşavirliği’nin gönderdiği “ödül töreni” duyurusuyla haberim oldu.
Saray’ın sesi TRT’yi uzun zamandır açmıyordum. Ancak elektronik posta kutumda bu duyuruyu görünce, konu benim ilgi alanıma girdiği için izlemek istedim.
27 Ocak Perşembe günü saat 19.00’da TRT 2’decanlı yayımlanacaktı ödül töreni. Ama o saatte kanalda müzik izlencesi vardı! On beş dakika, yarım saat geçti, tören bir türlü başlamıyor! “Acaba ben mi karıştırdım tarihi?” diye kuşkuya düştüm. TRT Müşavirliği’nin duyurusuna yeniden baktım. Hayır, bir yanlışlık yok! TRT 2’nin şimdi canlı yayında olması gerekiyor! Ama hâlâ ilgisiz fragmanlar dönüp duruyor ekranda!
Daha fazla zaman yitirmemek için televizyonu salonda açık bırakarak çalışma odama geçtim, bilgisayarda çalışmaya başladım. Bir yandan da kulağım televizyonun sesinde…
Saat 20.00’ye doğru başlayabildi “Cumhurbaşkanlığı Külliyesi”ndeki canlı yayın. Yani yaklaşık bir saat gecikmeyle! Eskiden TRT’nin yayın akışında bir dakikalık kayma olsa, TV yazarları hemen eleştirirdi kurum yöneticilerini.
* * *
Görsel ve işitsel medya alanında Türkçenin doğru, güzel ve anlaşılır kullanımını özendirmek amacıyla düzenlendiği belirtilen bu etkinlik, gerçekten amacına uygun yapılmış olsaydı, biz de bu girişimi çok olumlu karşılar ve alkışlardık. Ama ekran polisliğine soyunan RTÜK’ün başını çektiği bir etkinlikten böyle bir şey beklemek elbette saflık olurdu.
“Doğru ve güzel Türkçe” kullanan “güzide” medya mensuplarımızı çok merak ediyordum doğrusu. Sonunda öğrenmiş oldum! Meğer yandaş yayıncılara bir de böyle bir “paye” vermek için düzenlenmişti bu yarışma! Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Politikaları Kurulu Başkan Vekili Prof. Dr. İskender Pala’nın Başkanlığındaki Seçici Kurul, “A” harfiyle başlayan malum kanalların yanı sıra Ahmet Hakan ve Hülya Koçyiğit gibi ünlüler arasında paylaştırmıştı 23 daldaki ödülleri. “Bal tutan parmağını yalar” örneği, TRT de bu furyadan 6 ödülle aslan payını almıştı. Tabii, Diyanet Radyo ile Polis Radyosu da unutulmamıştı…
* * *
“Yunus Emre Yılı” dolayısıyla AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın başlattığı “Dünya Dili Türkçe Seferberliği”nin parçasıymış bu etkinlik…
Tayyip Erdoğan, ödül törenindeki konuşmasında, her zaman yaptığı gibi, Türkçeyi koruyormuş gibi görünerek, gerçekte Osmanlıcayı savundu yine. “Türkçemizi korumak için verdiğimiz mücadele milli mücadeledir, beka meselesidir” dedi. Ama Dil Devrimi’ni başlatanlara üstü örtülü eleştirilerde bulunmaktan da geri durmadı. 1930’larda dildeki sadeleştirme hareketiyle aşırılığa kaçılıp “tasfiyecilik” yapıldığını, bu süreçte “ecdat dilimiz”den uzaklaşıldığını söyledi. Onun “1930’lar” dediği dönem, tam da Atatürk’ün öncülüğünde Dil Devrimi’nin ivme kazandığı yıllardı. Türk Dil Kurumu’nun 1932 yılında kurulduğu anımsanırsa, bu eleştirinin doğrudan Dil Devrimi’ne yönelik olduğu daha iyi anlaşılır.
* * *
Konuşmalarda Yunus Emre’nin adı çok anıldı. Erdoğan da “Bugün burada bizi bir araya getiren Yunus Emre, Türkçemizin bayrak isimlerinden biridir” dedi.
Gerçekten de öyledir. Türkçenin en büyük ozanlarının başında gelir Yunus Emre! Sekiz yüzyıl önce yazdığı şiirleri, bugün yazılmış gibi aracısız okur, anlarız.
Peki, Erdoğan’ın “ecdat dilimiz” dediği Osmanlıca öyle midir?
“Divan şiiri”ni, yanımızda Osmanlıca-Türkçe Lügat olmadan anlayabilir miyiz?
Böyle melez bir dil, bizim anadilimiz olabilir mi?
Öyleyse karar vermek gerekiyor: “Ecdat dilimiz”, Yunus Emre’nin arı duru Türkçesi midir, yoksa Osmanlı Sarayı’nın anlaşılmaz dili midir?
Gelin görün ki “Türkçe ölmüştür, herkes Arapça konuşsun” diyen bir kişiyi Milli Eğitim Bakan Yardımcısı yapan zihniyetten Türkçeyi korumak beklenemez.
* * *
Erdoğan, Batı dillerinden Türkçeye giren sözcüklerden yakınıyor ikide bir. Haksız sayılmaz.
Ama yakınmak yerine bu olgunun nedenleri üzerinde düşünmek daha doğru olmaz mı?
Batı kökenli sözcükler neden böyle balıklama giriyor Türkçeye?
Çünkü AKP iktidarının “dindar ve kindar nesiller” yetiştirme politikası, dünya literatürüne girebilecek hiçbir bilimsel buluşa, yeniliğe, katma değere, “inovasyon”a olanak tanımıyor!
Türkiye’de yeni teknolojik ürünler, aygıtlar, gereçler yaratamıyoruz ki adlarını kendimiz koyabilelim!
Son yıllarda iyice ağırlaşan baskılar yüzünden, en parlak gençlerimiz geleceklerini yabancı ülkelerde aramaya başladı. Siyasal iktidarın umursamadığı bu büyük beyin göçü, ülkemizin bilim ortamını çoraklaştırıyor.
Siz gençlerin önünü açmaz, onlara özgür bir ülkede düşünme, yaratma, buluş yapma ortamı sağlamazsanız, Batı kaynaklı teknolojik ürünler de özgün adlarıyla ve yazılımlarıyla girer dilimize!
Bu açmazdan kurtulmanın yolu, çağımıza damgasını vuran bilimsel-teknolojik devrimi kendi ülkemizde de gerçekleştirmekten geçiyor.
* * *
Hemen belirtelim ki Türkçeyi koruma konusunda birinci derecede sorumluluk, artık Cumhurbaşkanlığı’na bağlanan TDK’nindir. Yabancı sözcüklere Türkçe karşılıklar bulmak, bu kurumun ana görevlerinden biridir. Ama son yıllarda Türkçeyi korumaya dönük hiçbir çabasını görmüyoruz TDK’nin. Düşünebiliyor musunuz, bu denli önemli bir kurumun başındaki kişiyi bile ödül töreninde tanıdık! Ne yazık ki TDK’nin yeni Başkanı Prof. Dr. Gürer Gülsevin’in tören konuşması da çok sıradandı. Üstelik çok sayıda Osmanlıca kökenli sözcük kullandı. “Güzel Türkçe”mizin yazınsal tadını bulamadım onun hamasi söylevinde!
RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin’e gelince, onun bu etkinlikteki tek çabası, Erdoğan’dan “aferin” almaya yönelikti. Nitekim konuşmasının üçte birini “Başkan Erdoğan” övgüsüne ayırmıştı. Reis’inin karşısında konuşurken belli ki çok heyecanlıydı. Sürekli dili dolaştı. Elindeki yazılı konuşmayı bile düzgün okuyamadı! Ama Erdoğan’a birkaç kez “şükranlarını arz etmeyi” unutmadı. Onu dinlerken, “Vah benim Türkçem!” diye hayıflandım… Türkçeyi savunmak, her şeyden önce bilinç işidir. Bu bilince erişmemişseniz, yandaşlara göstermelik ödüller dağıtarak “doğru ve güzel Türkçe” kullanımını özendiremezsiniz!