ABD’nin Merkez Bankası olarak çalışan FED’in kuruluş tarihi 1913.
FED ortaklarının tamamı banker ailelerden oluşuyor. Bu bankada Amerikan Devletinin tek hissesi dahi yok!
Kısaca, devletin piyasaya süreceği parayı, özel sektör şirketlerinin sahip olduğu Merkez Bankası basıyor ve devlete satıyor.
Bankerler ABD’yi 12 bölgeye ayırıp paylaşmışlar. Bu 12 bölgenin her biri Merkez Bankası şubesi işlevi görüyor. Hissedarları da o bölge bankacılığı sisteminde yer alan üye bankalar.
Dolayısıyla FED’i oluşturan 12 Bölgesel Federal Reserve Bankası adeta özel bir kurum yaratmışlar.
FED tam bağımsız bir kurumdur. Kendi başına kapalı kapılar ardında kararlar alır. Bu kararlar ne Beyaz Saray ne de Kongre tarafından onaylanmak zorunda değildir. Yurt dışında banka açabilir, kendi devletine borç verebilir, para arzını, faizini, enflasyonu, resesyonu kontrol edebilir. Kimseye hesap vermek zorunda da değildir. Tekrar altını çizmekte fayda var; hissedarları sadece bankacılık sektörüdür.
FED Başkanını ABD Başkanı atar ve Senato onaylar. Ancak burada ince bir durum söz konusu. Senatörlerin seçiminde bankacılık sektörü çok etkindir. Seçim kampanyalarına milyarlarca dolar yardım akıtıyorlar. Dolayısıyla bankacılık sektörü ile uyumlu olmayan bir adayın ABD Başkanı tarafından atanmasının pratiği yoktur. Zira tersi durumda Senatodan onay çıkmayacağı çok net bellidir.
Doların sahibi ABD iken, para yönetiminden ve para politikasından sorumlu olan da FED’dir. Dünyaya yayılmış olan dolarda ipler hep FED’in elindedir. Faiz silahını kullanarak küresel piyasalardaki likiditeyi ayarlıyor.
Bütün dünyanın FED’in faiz kararlarına ilişkin beklentileri için Trump’tan medet ummaları beyhudedir. Zira FED’in Trump’ı çoğu zaman dikkate almadığı da yaygın kanaattir.
Nitekim önceden de tahmin edildiği üzere 2018 yılında 4 defa faiz artırımına gidilmiştir.
• 21 Mart 2018’de 25 baz puan artırımı ile yüzde 1.50-1.75,
• 13 Haziran 2018’de 25 baz puan artırımı ile yüzde 1.75- 2.00,
• 26 Eylül 2018’de 25 baz puan artırımı ile yüzde 2.00-2.25,
• 19 Aralık 2018’de 25 baz puan artırımı ile yüzde 2.25- 2.50 bandına ulaşarak şimdilik demir atmıştır.
Şimdi geliyoruz bu sürecin bizi ilgilendiren kısmına:
FED bu faiz oranlarıyla doları kendi ülkesine çekmek istiyor. Yabancı sermaye de yönünü ABD’ye çeviriyor. Eğer doları bırakmak istemiyorsak bunun çok üstünde faiz vermemiz gerekiyor. Diğer birçok ülkeyle benzer şekilde…
Diyelim ki; bizim iç piyasadan dolar kendi evine dönmeye başladı, yeni yatırımcı da gelmiyor, dolara talep artacağına göre kur artmaz mı?
Bunun için FED’in faiz artırımı bizi ilgilendirmez diyemeyiz.
Ülke ekonomimiz dolara bağlı olduğundan dolar kıtlaşınca tekerlek dönmüyor, kur artıyor. Devamı da enflasyonun artması oluyor.
Eski Başbakan Yıldırım, aylarca önceden “döviz kurunu, açık pozisyonu olan Türk şirketlerinin döviz talep etmesi yukarı çekiyor” diye açıklamıştı. Aradan geçen sürede kur arttı ve belli bir seviyede de kaldı.
Böylece olacaklar en yetkili ağız tarafından önceden görülmüş oldu.
Şimdi ülkemize döviz getirme zamanıdır. İhracatın artması birinci olumlu husustur. İthalatın azaltılması için de tarım ve ara malı üretimini artırmamız gerektiği ümitli olduğumuz kısmıdır.
Yetmeyeceği açıktır, borçlanmaya devam kaçınılmazdır. Yabancı yatırımcı nezdinde, Türkiye’nin borcunu ödeyememe riski gelişmiş ülkelerden yüksektir. Dolayısıyla CDS priminin (risk primi) yüksek olması, borçlanma maliyetini artırıyor. Yani yabancı yatırımcı ABD’de yüzde 2.50 faizi bulmuşsa, Türkiye bu tercihin yönünü ancak yüzde 8-9 faiz ile kendisine çevirebiliyor.
Doları faiz ve enflasyondan bağımsız ele alamayız.
Bu günkü yüksek faizin düşmesini istemeyen kimse olabilir mi?
Elbette olmaz ancak gerçeklerle yüzleşmeden de tedbir alınamaz.
İçinden geçtiğimiz zaman diliminde mevduat hacminin düşmesine tahammülü olmayan bankaların faiz oranlarını düşürmesi beklenen bir şey değildir.
Gerçek şu ki; enflasyon yüzde 20-21 seviyesinde ise TL mevduat faizi yüzde 23-24’ten aşağı inemez.
İnerse ne olur?
Enflasyon oranından daha düşük faiz oranı ile mevduat sahibi hareketsiz beklemez, altına veya dövize kaçar. Bu durumda da bu yatırım araçlarının değeri artar.
Şimdi gözümüzde bir canlandırma yapalım; kızdık ve hayatımızdan doları çıkartıp, hep beraber sıkı sıkıya TL’ye bağlandık. Sorunu çözebilir miyiz?
Havaalanı yapıyoruz dolarla, köprü, yol, tünel yapıyoruz dolarla, devletimiz borçlanıyor dolarla, şirketlerimiz borçlanıyor dolarla, spor kulüplerimiz borç batağında ve onlarda ekseriyetle dolarla…
Kısaca bütün kesimleri ilgilendiren bir araçtan bahsediyoruz. Dolar borcu olan şirketin yılbaşı ile yılsonu arasındaki kur farkından dolayı borcu yüzde 40 arttı. Bunun üzerine faiz giderinin de eklenmesi gerekiyor.
Asgari ücret oldukça tatminkâr bir şekilde 1603 TL’den 2020 TL’ye çıktı. Ancak bu hesapta bile çalışanın dolar kuruna göre kaybı var. Asgari ücretle geçen yılbaşında 425 dolar alınabilirken, bu yılbaşında 375 dolar alınabiliyor.
İşte doların gerçek yüzü budur.
FED dünyada hangi ülkede ne kadar dolar olduğunu biliyor ve ipin ucunu buna göre bazen çekiyor, bazen de bırakıyor.
Dolar kurunun 2019’da ne seyir izleyeceğini şimdiden kimse bilemez.
Çünkü neler yaşanacağı ve şartlarda hangi değişikliklerin olacağı önceden kestirilemez.
Ancak tahminlere ışık tutacak o kadar çok veri var ki…
FED Başkanı Powell 2019’da iki faiz artırımı beklediğini söyledi (19 Aralık 2018 tarihinde).
Bu uyguladıkları politikanın devamıdır ve kendi açılarından tutarlıdır. Bizde ise ulusal para birimini korumaya yönelik; 2018 yılında dükkân kiralarında döviz üzerinden sözleşme yapılmasının yasaklanması olumlu bulunurken, devletin vatandaşa döviz cinsinden borçlanması çelişki olarak değerlendirilmiştir.
Sonuçta dolarla ilişkimizi o kadar da kolay azaltamayacağımız anlaşılmaktadır.