Nazar boncuklu gazetenin yazarlarından üçünün, Hıncal Uluç, Engin Ardıç ve Mehmet Barlas’ın peş peşe geberdiklerinden; gebermelerinin ardından bazı yozdaşlarının “ikinci kurtuluş savaşının şehitleridir” diye ağlaştıklarından söz ediyorduk.
Mehmet Barlas, yozdaşlarının iddia ettikleri gibi fikir adamı filan değildi; medya alemindeki yakıştırma ile “her devrin adamı liboş” idi.
Engin Ardıç’a, nam-ı diğer Ardıç Kuşu’na gelince. O da ardından ağıt yakan çok az sayıdaki yozdaşlarının yazdığı gibi sivri dilli polemik ustası, fikir adamı değil, dili kirli küfürbaz idi; herkese hakaret edecek kadar şımarık ve iflah olmaz küstah, ukala, ayrımcı, cinsiyetçi, homofobik ve nefret dolu ırkçı faşist bir yazar idi. Onu hicveden karikatürdeki tipe yüzde yüz uyan bir yaratık idi.
***
SERMAYE UŞAĞI SAHTE LİBERAL
Hakkında yazılanlara göre 1970’lerde kalem oynatmaya başlamış. Şahsen tanışmadım; 1986 yılında gazeteciliğe adım attıktan itibaren, öteki köşe yazarları ve yorumcular gibi Engin’i de takibe aldım. O yıllarda, yani 1980’lerin ikinci yarısında Engin’in Turgut Özal şakşakçısı olduğunu anımsıyorum. Radyo televizyon yayıncılığında TRT tekelinin aşıldığı 1990’larda ve 2000’li ilk yıllarda Cem Uzan’ın kanalında ve Star gazetesinde boy gösterdi. O yıllarda Cem Uzan sevdalısıydı. Öyle ki, AKP iktidarı Cem Uzan’ın mal varlığına çökerken, Star gazetesindeki yazılarında Türkiye’nin “taşra faşizmi” tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu savunuyor; Türkiye’yi 1930’lar Almanya’sıyla, Recep Tayyip Erdoğan’ı da Hitler ile kıyaslıyordu. Bir yazısının başlığı aynen şöyleydi: Heil Recep! (Star, 21 Ocak 2004)
Sonra, Çukurova Holding bünyesindeki Akşam gazetesinde kısa süreyle ulusalcı; 2008’de Sabah gazetesine transfer olduktan sonra da Erdoğan eksenli otokrasi savunucusu kesildi. Öyle ki, Cem Uzan’ın kafesindeyken Erdoğan’ı Hitler’e benzeten Ardıç Kuşu, bu kez Erdoğan’ı “en solcu lider” ilan etti: “Türkiye’de solu Tayyip Erdoğan temsil ediyor. Erdoğan bugüne kadar gelmiş geçmiş en solcu liderdir. Erdoğan hem Menderes ve Özal’ın açtığı yoldan ilerleyerek kapitalizmi geliştiriyor, hem de bu kalkınmadan halka önemli bir pay veriyor. Halka hizmet götürüyor, halkı adam yerine koyuyor. Şimdiki çocuklar bunu bilmez. Halk ilk defa insan yerine konuldu. Bunu sadece muhafazakârlar değil gayrimüslimler de söylüyor.” (Sabah, 2 Temmuz 2018)
Engin’in Cem Uzan’ı terk edip Tayyip Erdoğan’a sevdalanması aynı zamanda sermaye hizipleri arasında tercih değişikliğiydi. Cem Uzan’ın kapısına bağlıyken, “Laik sermayeyi yok edecekler” başlığı altında “İktidar, laik sermayenin belini kırmak, gücünü azaltmak, önceliği kendi dinci sermayesine vermek istiyor” diye yazıyordu. (Star, 16 Ocak 2004)
Sabah gazetesinde yazmaya başladıktan sonra ise Türkiye’yi “mütedeyyin” sermayenin demokratlaştıracağını propaganda etti; hatta İstanbul belediye seçimi öncesinde “Emperyalizme karşı soğuk savaş” başlığı altında “mütedeyyin” burjuvazinin emperyalizme karşı bağımsızlık savaşı verdiğini bile savundu. Aynen şöyle yazmıştı: “Yüz yıl önce verdiğimiz sıcak savaştı, bu sefer soğuk savaş. Roller değişti. Bugün mücadeleyi bizzat halk değil, halkın bağrından çıkan politikacılar ve yeni burjuva sınıfı veriyor. Eski alafranga burjuva su koyuverdi, işbirlikçiliği seçti. Ona rakip olarak filizlenen yeni ve mütedeyyin burjuvayı hazmedemedi. (…) Peki bu soğuk savaşta halk ne yapıyor? İki yüz ellisi şehit oluyor, iki bini de gazi. Üç yıl önce o soğuk, ısınır gibi olmuştu. Tıpkı, yüzyıl önce şehit ve gazi olmuş dedeleri gibi. Onları Yunan askerleri vurmuşlardı, bunları FETÖ’nün Amerikan askerleri. Pazar günü oyunuzu bağımsızlık savaşçılarına mı vereceksiniz işbirlikçilere mi?” (Sabah, 20 Haziran 2019)
***
SAVAŞPEREST ENGİN
Ömrünün son deminde “mütedeyyin” sermayenin kapıkulu olarak anti-emperyalistliği de geçim kapısı haline getiren Engin Ardıç, savaş seviciydi, savaş karşıtlığını bile küfür için fırsat olarak görüyordu. ABD emperyalizminin AB’yi arkasına alarak Ortadoğu’ya çullandığı yıllarda, savaş karşıtlığını bile apış arasından görmeyi ve kavramsallaştırmayı becermişti. Savaş karşıtlığının ahmaklık olduğunu savunuyor ve “Bunu, ‘savaşa hayır’ gösterilerinde kurtlarını döken ve gençlik günlerini hatırlayıp ‘nostalji yapan’ kılları ağarmış Türk komünistlerine kim anlatacak?” diye soruyordu Engin. (Star, 20 Şubat 2003)
Ardıç’a göre enayiliğin lüzumu yoktu, gerçekçi olunmalıydı, savaşa girmek karşılığında ABD’den ve IMF’den gelecek para göz ardı edilmemeliydi: “Herkes kendi kavlince savaşa karşı çıktı. Kimimiz canlı kalkan yazıldık, kimimiz şarkılar söyledik, kimimiz nutuk attık, kimimiz yazılar yazdık, kimimiz de cam çerçeve indirdik… Örneğin geçen akşam bizim ‘solcu sanatçılar’ toplandılar, bağlama ve gitar çaldılar, şiirler okudular, halay malay da çektiler. Herhalde program bitince yorgun argın arkalarına yaslanıp bir ‘orgazm sonrası cıgarası’ da tüttürmüşlerdir. (…) Herkes kendi otuz birini kendince çekti, rahatladı. Şimdi gerçeklere dönelim: ‘savaşa hayır’ dersek bunun mali portesinin ne olacağı da hesaplandı. IMF desteği bitecek, borç gırtlağı aşacak ve ödeyemeyeceğiz. (…) İkiyüzlülüğü bırakalım: Hiç kimse Arap çocuklarını korumak için doların üç buçuk milyon lira olmasına razı gelmez bu ülkede.” (Star, 27 Şubat 2003)
Ardıç’a göre, “Irak, Suriye ve İran’a demokrat, ileri ve Türkiye’yle sorun çıkarmayacak yönetimlerin gelmesi fena mı ulan? Bunu Amerikan emperyalizmi yapacak. Kim yaparsa yapsın. Kendileri beceremeyince el yardımıyla gerdeğe girecekler, bize ne?” idi. (Star, 17 Nisan 2003)
Ardıç bir yazısında da savaş karşıtlığının “müşteri nezdinde hava” kazandıracağını kaydedip savaş karşıtlığını hafifletmeye çalışmıştı: “Bunu, ince sesli uzun saçlı ‘entel kız’ ağzıyla pekiştirirsin. Savaşlar olmasın, çocuklar ölmesin… Onlar ki gitar çalarlar ve şarkı söylerler, kumsalda ateş yakıp şarap da içerler. Bu teraneyi tutturursan belki akşam takılacağın barlarda marlarda iş bağlama imkânı da doğar ha!… Sonun, bir Bodrum evinde, rakı ve şiir kitapları, yanında da ayağı pis, sırtında basma ya da pazen entari, kaknem bir karıdır oğlum…” (Star, 13 Nisan 2003)
***
SOLA DÜŞMAN SAHTE SOLCU
Kişisel maddi çıkarı uğruna sermaye hiziplerine uşaklık eden Engin, kendisini solcu etiketiyle pazarlayacak kadar da ahlak yoksuluydu. Kimi yazılarında söyleşilerde solcu olduğunu söylüyordu. 1967 yılında Bulgaristan’a gitmiş, oradaki vaziyeti görünce bir örgüte yazılmaktan vazgeçmiş, böylece erkenden ölmekten kurtulmuş… (Sabah, 28 Mart 2020)
Öğrencilik yıllarında sola meyletmiş olsa bile mücadeleye girmekten korktuğunun itirafıdır bu satırlar. Sol mücadeleye yüreği yetmeyen her şarlatan gibi Engin de yazı yaşamı boyunca sol düşünceye küfretmekten sol değerlerle dalga geçmekten geri durmadı. Kapısına bağlandığı medya gruplarında sefalet ücretine talim ettirilen fikir emekçisi meslektaşları için bir tek yazı yazmadı. 1 Mayıslar, Engin için sola küfür fırsatıydı. Gebermeden önceki son 1 Mayıs yazısında sola nefretini şöyle kaydetmişti: “Bu yıl 1 Mayıs bayramı Maltepe Meydanı’nda kutlanacakmış. Neden? Yenikapı’yı istediler de verilmedi mi? Belki de Maltepe “işçi muhiti” sayılıyor… Yabancı yer değil… Böylece Taksim’de “polisten dayak yeme zevkini” yaşayamayacaklar. Çünkü 1 Mayıs uzun süredir başka bir işe yaramıyor.” (Sabah, 15 Nisan 2022)
***
IRKÇI FAŞİST
Kimilerince özgürlükçü liberal sanılsa da özünde ırkçı faşist bir yazar idi. Kürtler konusunda bu ülkenin medyasında apaçık faşist bilinen yazarların bile kaleminden çıkmayacak yazılar onun kaleminden çıkabildi. “Törenize tüküreyim” başlığı altında tüm Kürtleri aşağılayan bir yazı yazabilmişti. Aile meclisi kararıyla delik deşik edilerek katledilen kadını bile aşağıladığı alay ettiği, katiller dolayımıyla Kürtlere nefretini kustuğu yazısını şu tümceyle bitirebilmişti:“Biz de bu canlılar bizden ayrılmasınlar diye binlerce çocuğumuzu şehit verdik.” (Akşam, 12 Ekim 2006)
Bilinir ki, TBMM’de İngilizce, Fransızca veya başka bir yabancı dilden konuşulması tepkiyle karşılanmaz; ama Kürtçe konuşmaya gör, kıyamet kopartılır. Devlet kanalı TRT’de Kürtçe yayına başlanmasının üzerinden 15 yıl geçti ama bir Kürt hâlâ TBMM’de kendi ana diliyle konuşamaz. TBMM’de zaman zaman Kürtçe üç beş cümle kurulması, Engin için de Kürtlere nefretini düşmanlığını kusma fırsatı olurdu; ana diliyle birkaç tümce söylemeye çalışan Kürt vekilleri egemen ulus bireyi olmanın kibri ve buyurganlığıyla azarlardı: “Orada dur! Söyleyemezsin hemşerim. Anayasa’nın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez maddelerinin üçüncüsü, “Türkiye devletinin dili Türkçe’dir.” Yani devlet işlerini, ki Meclis’e hitap da onlardan biridir, Türkçe yapmak zorundasın. Kendi aranızda istediğiniz kadar Kürtçe konuşun, kürsüye çıktığınızda Türkçe konuşacaksınız. Bilmiyorsanız öğreneceksiniz.” (Sabah, 18 Aralık 2021)
***
CİNSİYETÇİ FAŞİST
Sahte liberalliğin, ırkçı faşistliğin, savaşperestliğin, küfürbazlığın, küstahlığın, homofobik nefretin yanı sıra bir de cinsiyetçiydi, kadın düşmanıydı Engin.
Daha “laik” sermayedar Cem Uzan’ın kapısına bağlıydı. 1999 yılında seçimler yapılmış, Merve Kavakçı (Nazlı Ilıcak’ın refakatinde) TBMM’ye türbanıyla giren ilk vekil olmuştu. Haliyle kıyamet kopmuştu. Neden sonra ABD vatandaşı olduğu fark edilmiş; bu bahaneyle TBMM’den ve Türkiye’den kovulmuştu. İşte o günlerde Engin’i ilgilendiren, Merve’nin uğradığı linç değil, kadını aşağılayan bir inancı Merve’nin nasıl militanca sahiplendiği değil, parmak arası terliklerinin gizleyemediği çıplak ayaklarıydı. O koşullar altında Engin şöyle diyebilmişti: “Merve’nin çıplak ayaklarını görünce, dedim ki içimden, kim bilir kaç aksakallı muhterem gece rüyasında, Merve’nin çıplak ayaklarının hayalini kurup asılmıştır…”
Merve Kavakçı’ya karşı cinsiyetçi söylemin ötesinde, kendi ayak fetişizmini dinci erkekler dolayımıyla itiraf etmişti böyle demekle. Sonra o ‘aksakallı muhteremler’in kapısına bağlandı, özgürleşmek için mücadele veren kadınlara nefretini kusmaya devam etti. Feminist kadınları “Orospuluklarına özgür kadın kılıfı arayan hatunlar” diye aşağıladı, hakaret etti. Femen kadınlarla dalga geçmek için de “Bizce sakınca yok, bin karı soyunsun (yani bin çiçek açsın), bin fikir yarışsın anasını satayım!” diye yazabildi. (Sabah, 30 Ocak 2012)
Cinsiyetçi ayrımcılık ve kadınları aşağılamak söz konusu olduğunda Engin’e sınır yoktu. En çok da sol-sosyalist kadınları hedef alıyordu: “Devrimci bacı… Soyu tükenmiştir sanıyorduk, demek ki yumurtalı eylemlerde yaşıyormuş. Ortak özellikleri çirkin olmalarıdır bu kızcağızların. Hem çirkin hem pasaklı.” (Sabah, 28 Şubat 2011)
***
KAÇ PARALIK İDİ?
Kabul etmeli ki, benzer yozdaşları arasında kalemi en kıvrak, en zeki olanıydı. Buna karşın kalemini en ucuza satanı da Engin idi.
Naçizane, DEVŞİRMELER DÖNEKLER / Türk Medyasından Portreler (2010) başlıklı bir kitap yazdım. O kitapta medya starlarının aylık ücretleri ve transfer bedellerine ilişkin açık kaynak bilgilerini de aktarmıştım. Buna göre, medya starlarının aylık ücretleri on binlerce dolar, transfer bedelleri ise milyonlarca dolardır. Örneğin, Çukurova Holding grubundayken Tuncay Özkan’ın aylık cep harçlığı 64 bin dolar, transfer bedeli 3 milyon dolar. Uzan grubundayken Fatih Çekirge’nin aylık cep harçlığı 40 bin dolar, transfer bedeli 1,5 milyon dolar. Mehmet Barlas bile Fetullah’ın gazetesinde çalışırken aylık ücreti 25 bin dolar imiş.
Ardıç Kuşu’nun ise on binlerce dolar aylıklılar listesinde adı yoktu. Bire bir tanıyanların anlattıklarına göre, ‘Ardıç Kuşu’ yıllarca Uzanlar’ın kafesinde tutuldu… Cem Uzan nereye giderse ‘valet de chambre’ misali onu da peşinden sürükledi… Birkaç Paris seyahati, birkaç şişe pahalı şarap karşılığında da Uzanlar’ın tetikçiliğini yaptı durdu… (Oray Eğin, Akşam, 12 Kasım 2010)
Sonra Sabah gazetesine transfer oldu. Transfer bedelinin 500 bin dolar olduğu öne sürüldüyse de, reddetti Engin; “Rakam söylenmez, bereketi kaçar ama iyi para aldım” diye yanıtladı. (Sabah Pazar, 2 Mart 2008)
Yine Oray Eğin’in yazdığına göre, “Hiç kimse onun kadar kendi omurgalarını başkalarına teslim etmedi. Ne patrona ev aldıran ne şoför tutturan ne kedi mamasını gazeteye ödeten bir köşe yazarı oldu. Bütün bunları yapsa kendi sınıfına ihanetinin daha makul bir açıklaması olurdu. Bağdat Caddesi’nde bir apartman dairesi, yılda bir kere cebinden ödeyip business class uçtuğu ve apart otelde kaldığı Paris seyahati ve maaşı dışında serveti olmayan biri. Hiç kimsenin maddi durumunu bilemem, ama insanın Engin Ardıç kadar değerlerinden vazgeçmesinin bedeli bu kadar ucuz olmamalıydı.” (HaberTürk, 2 Mayıs 2023)
***
Yazı gereğinden fazla uzadı. Galatasaray Lisesi, Robert Kolej gibi ülkenin en iyi okullarında okudu ama adam olamadı Engin. Aldığı üst düzey eğitimi, edindiği birikimi heba etmenin canlı örneğiydi. Okul yıllarındaki lakabı “hayvan” imiş. Daha o zamanlarda ileride nasıl bir kötülük küstahlık abidesi olacağını belli etmiş yani. Türkler, Kürtler, solcular, kadınlar, emekçiler, ezilenler, yoksullar, Aleviler, dindarlar… İnsana dair herkesten her şeyden tiksinen bir yaratık idi. Medyanın en aşşağılık kalem sahipleri arasındaydı.
Ulusalcıların ve dinci yobazların çoğunluğu gibi kof ve dandik değil rafine elit bir faşist idi. Elit olsa da yazıları eğitimi ve donanımıyla uyumlu değildi. Yazılarındaki ucuzluğu sığlığı küfürle malumatfuruşlukla kapatmaya çalışıyordu. Yazılarında insanlık, empati, merhamet, şefkat, vicdan yoktu; küfür, hakaret ve pislik saçıyordu etrafına. Parasını verenlere ise saygıda kusur etmiyordu. Her döneme her patrona uyum sağlarken alçalmanın ustasıydı. İktidara yaranmak ve aykırı görünmek uğruna her şeyi ama her şeyi, hayatta rastlanabilecek en acıklı olayları bile hakaret ve küfür konusu yapabiliyordu. Kim mağdur olmuşsa, zulme uğramışsa, çaresiz kalmışsa çok rahat bir biçimde ona çullanabiliyordu. Çocuğuna okul kıyafeti alamadığı için intihar eden babanın ardından “Ben ölürsem bu çocuk ne yer ne içer? diye düşünmemiş. Ben çocukken babamın lekeli, eski pantolonuyla okula gittim. Babam Adnan Menderes’ten nefret ettiği halde suçu Adnan Menderes’e yükleyip intihar etmedi” diye yazabilmişti… (Sabah, 24 Eylül 2018)
Yazı daha da uzayabilir, bu kadarla kalsın.
Netice-i kelam: Geberdi gitti cihandan, dayansın ehli kubur!
Not: Yozdaş sözcüğüne Mine Kırıkkanat’ın yazılarında rastladım. Ne anlama geliyor? Okuyucunun takdirine.