Gazeteci Behiç Ekşi, 24 Eylül 2004 tarihinde aramızdan ayrıldı.
Aradan 17 yıl geçmiş…
Daha dünmüş gibi, Çankaya’daki Atakule önünde karşılaşmıştık…
Yine aynı tebessümle bana sataşmadan edememişti:
“Nasılsın buruşuk…?
Bu benzetmesi hayatım boyunca “yapıştı” kaldı üstümde…
Tabii bir de ikimizin ortak arkadaşı “Paşa çocuğu” rahmetli Ajlan Akıncı da aynı sıfatı kullanırdı.
Behiç ağabeye kızmazdım ama nedense Ajlan bu sıfatımı bir topluluk içinde kullandığında kızardım.
Behiç ağabeyin bir “anı”sını sulandırıyormuş gibi gelirdi bu bana.
Ajlan ile bir süre dargınlık dönemi bile yaşadım
Parlamento muhabiri iken 25 yaşlarında en genç gazetecilerden biriydim.
Ekşi ile o sıralar tanışmıştık ama yanına sokulmak ne mümkün…
Hürriyet’te çalışmak bir ayrıcalık olduğu için bizim gibi emekleme safhasında olan “tırtıl” emekçiler gözünde Hürriyet, Amerika’daki “İkiz kuleler” gibiydi adeta.
Erişilmesi zor, devasa bir kurum…
1972 yılına kadar Behiç Ekşi ile ayrı gazetelerde çalışırken TBMM koridorlarında izlerdim rahmetli Cüneyt Arcayürek ile Behiç Ekşi’yi…
Tabii Hürriyet’in o zamanki parlamento muhabiri olan başarılı gazetecilerden Kemal Şener’i de örnek almaya çalışır, “şık” haliyle hep hatırlarım.
Şık denilince akla tabii ki Hürriyet’te çalışan muhabirler gelirdi.
Arcayürek- Ekşi-Şener, Amiral Gemisi Hürriyet’in kaptan köşkünde oturdukları için, olanakları iyiydi.
Özel terzilerden giyinme, ya da giysilerini pahalı mağazalardan satın alma imkânları vardı.
Tabii iyi giyinmeyi bilme, benimseme ve içselleştirme duygusu vardı ki, o da ayrı bir durum.
TBMM’de görev yapan tüm gazeteciler temiz ve iyi giyinmek zorunda hissederlerdi kendilerini…
Çalıştıkları gazeteleriyle birlikte “Dördüncü güç”ü temsil etme gibi sorumlulukları vardı ki, bu duyguyu her zaman hissederlerdi tüm gazeteciler.
Behiç Ekşi’yi meclis koridorunda yürürken, gülüyor ve elindeki notları karıştırıyorken görüyorsak, bilirdik ki yine haber atlatıyordur.
Hürriyet’e rakip gazeteler, iddialı diğer büyük ve tanınmış gazetelerin muhabirleri tabii ben dahil hepimiz, Hürriyet parlamento muhabirlerinden çekinirdik.
Tırsardık açıkçası…
Rahmetli Ekşi ile Milli Müdafaa Caddesindeki Hürriyet Ankara Bürosunda 1972 yılından itibaren birlikte çalıştık.
İzin yaptığı günler onun yerine ben TBMM’deki olayları izlerdim.
Rahmetli Arcayürek, Ankara Notları yazardı.
Kemal Şener ise o yıllarda Almanya’ya kapağı atmıştı.
Hürriyet’in Almanya baskılarının başında haber müdürü olmuştu sevgili Kemal Şener.
Rahmetli Behiç Ekşi, hem gazeteciliği, hem de yaşantı biçimiyle bana hep “Lordlar Kamerası” üyesi gibi gelirdi.
Bu imajı neden yakıştırmıştım bilemiyorum.
Hiçbir zaman bir “lord” tanımamıştım oysa.
Ama gerçekten temsil açısından böyle yapıda biriydi.
Şık ve güleç
Kimseyi kırdığını hatırlamıyorum.
Yardımseverliğini hiç unutamam…
Hürriyet grubundan ayrıldığım dönemde hemen arayıp geçici de olsa iş önermişti…
Sanırım gazeteci olarak işsiz kalmamı istemediğinden olsa gerek, ANAP’ta ve özel sektörde birkaç iş önermişti…
Okuyan, okuduğunu iyi yorumlayan, gazete haberini iyi “koklayan” nadir gazetecilerden biriydi diyebilirim.
“Vefa” onda çoktu ama bu konuda biraz “hasis” davranırdı…
Belki de yardım ettiği kişiler umduğu gibi çıkmadığından.
Belki de sık sık ağzı yandığından, seçiciydi.
Bilemem…
Damarına çok basılmadıkça asla kızmaz, kavga etmez, barıştan yan tavrını her zaman göstermekten geri kalmazdı.
Nedense “buruşuk” diyen ve bu ismin bende “asılı” kalmasına neden olan Behiç Ağabeyime hiç kızamadım.
Alnımdaki kırışıklıklar, onun sayesinde ayrılmaz parçam ve simgem oldu.
Hürriyet’teyken hep haber atlatırdı…
Bu iş onun keyif aldığı göreviydi…
Umarım orada da “haber atlatma” telaşında değildir…
Onu rahmetle anıyorum…
Ruhu şad olsun…